Kobanê Davası’nda ana dil vurgusu 2022-04-26 12:38:59   ANKARA - Kobanê Davası’nda anadilin önemi ile Kürtçeye yönelik baskı ve asimilasyon politikalarına işaret eden HDP eski MYK üyesi Zeynep Ölbeci,  “Dil, kültür inkârı Kürt kimliğinin yasaklanması anlamına geliyor. Bu zihniyet bugün de AKP ve MHP iktidarı eliyle her yönden yürütülüyor. Bu mahkemede de bu zihniyet her yönden kendini açığa vurmaktadır” dedi.   DAİŞ’in Kobanê’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014’te gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 21’i tutuklu 108 ismin yargılandığı Kobanê Davası’nın 12’inci duruşması ikinci gününde Sincan Cezaevi Kampüsü Duruşma Salonu’nda görülmeye başladı.    Duruşmaya HDP Ankara İl Örgütü yöneticileri, HDP’li vekiller ile çok sayıda avukat katıldı. Sincan Cezaevi’nde tutulan siyasetçiler duruşma salonunda hazır bulunurken, farklı cezaevlerinde tutulan siyasetçiler duruşmaya Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) aracılığıyla bağlandı. Bazı siyasetçiler ise duruşmaya mazeret bildirerek katılmadı.  Kimlik tespitiyle başlayan duruşmada, mahkeme başkanı dosyaya gelen evrakları okudu.    ‘Yaşamda da en gelişmiş iletişim aracı dildir’   Ardından salonda bulunan HDP eski MYK üyesi Zeynep Ölbeci, dosyanın esasına ilişkin Kürtçe savunma yaptı.  Salonda bulunan herkesi selamlayarak sözlerine başlayan Zeynep, savunmasını birkaç nokta üzerinden sürdüreceğini belirtti. İlk olarak anadil ve kültür üzerine değerlendirmelerde bulunan Zeynep, “Yüzyıllardır inkar ve yok etme politikalarını dile getirmeyi önemli buluyorum. Dil üzerine çok sayıda çalışma yürütülmüş, binlerce kitap yazılmıştır. Her yazar ve araştırmacı dil üzerine çeşitli fikirler dile getirmişlerdir. Bunun yanında toplumu tarif eden ortak düşünceler de vardır. Dilin temeli ses üzerine kurulmuştur. Yaşamda da en gelişmiş iletişim aracı dildir. İnsanların birbiriyle iletişim kurabilmesi için ortak bir dile ihtiyaç vardır. Dil, birbirini anlama temelini oluşturur ve düşüncelerin anlatılma biçimidir. Dünyada ses çıkaran iki farklı canlı var. Birisi hayvan birisi de insandır. Hayvanların da sesi vardır ancak insan sesine göre sınırlıdır. Burada en ilginç nokta insan sesinin sınırsızlığıdır. Doğa ve coğrafyada sayısız ses vardır. İnsanlar da tüm bu sesleri taklit edebilir” şeklinde konuştu.    Abdullah Öcalan’ın sözü hatırlatıldı   “Dil, doğanın toplumsal varlığıdır” diyen Zeynep,  toplumsal bir yaşamın olmadığı yerde dilin de olmayacağını kaydetti. Her toplumun dilini ve kültürü bu şekilde oluşturduğuna dikkat çeken Zeynep,  “Bu nedenle Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan dilin önemine dikkat çekerek şöyle der: ‘Dil toplumun birikimidir. Estetik zihniyet yönünden duygu ve düşünceler kazanımdır. Kendi diline erişen halk yaşamın güçlü bir sebebidir.’ Ne kadar dili yok edilmişse ve farklı dillerin etkisi altına girmişse, buna bağlı olarak bunlarla yüz yüze kalmışsa o kadar sömürgeye, asimilasyona maruz kaldığı anlamına gelir” diye belirtti.    ‘Dilin yasaklanması düşüncenin yasaklanmasıdır’   Dil, kültür ve kimliğin toplumu oluşturduğuna vurgu yapan Zeynep, “Duygu ve düşünceler toplumun kimliğinde vardır. Bu sadece dil yoluyla ortaya çıkabilir. Bu nedenle dil ve duygu, tek parça olarak tanımlanabilir ve kabul edilebilir. O nedenle filozof Eflatun (Platon) ‘Duygu bedenin konuşmasıdır’ der. Ortaya çıkan düşünce kelimelere dökülmezse, dile getirilmezse o zaman o düşüncenin hiçbir anlamı yoktur. Bu nedenle dilin kısıtlanması veya yasaklanması, düşüncenin yasaklanması olarak tanımlanabilir. Uluslararası sözleşmelerde dilin özgürlüğü temel insan hakkı olarak kabul edilir. UNESCO araştırmalarına göre yeryüzünde en az 7 milyar insan yaşar. Yaklaşık 6 bin dil konuşuluyor. Çok dikkat çekicidir ki bu 6 bin dilden yalnızca 200 ulus devlet içinde konuşuluyor. Bunlardan 118’i resmi dil olarak kullanılıyor. 1950 yılından bu yana yaklaşık 230 dil unutulmuş, ortadan kalkmıştır” dedi.     ‘Türkiye’de 3 dil yoktu, 18 dilden fazlası tehlike altında’    Türkiye’de ise 3 dilin yok olduğunu ve 18 dilden fazla dilin de yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu vurgulayan Zeynep, “Burada Lozan Anlaşmasına dikkat çekmek istiyorum. 1923’te imzalanan Lozan Anlaşmasına göre devletler kendi çıkarları için Kürtlerin yok edilmesine karar verdiler. Bu anlaşmada Kürtler ve azınlık halklar için yapılan anlaşmalar var. Bu karar da Türkiye tarafından asla kabul edilmedi ve gerçekleşmedi. Bu karar hiç yokmuş gibi yaklaştı. Türkiye’nin her bir vatandaşı ticari, sosyal ilişkilerinde, açık toplantılarında istediği dili konuşmak için sınırlama yapılamaz. Anlaşmanın beşinci maddesinde, ‘Resmi devlet dili olsa da Türkiye’nin başka dili konuşan vatandaşları mahkemelerde de kendi dillerini konuşabilirler’ diyor. Ama bu karar hiç yokmuş gibi davranılıyor. Bize Türkçeyi dayatıyor ve farz kılıyorlar. Dil, kültür inkârı Kürt kimliğinin yasaklanması anlamına geliyor. Bu zihniyet bugün de AKP ve MHP iktidarı eliyle her yönden yürütülüyor. Bu mahkemede de bu zihniyet her yönden kendini açığa vurmaktadır” ifadelerini kullandı.   ‘Türkçe öğrenmediğim için onlarca kez dayak yedim’   Ülkede Kürtçe üzerinde sürdürülen asimilasyon politikalarına dikkat çeken Zeynep, “Okullarda verilen resmi eğitim de yetmemekte, çocukların annesiyle bile Türkçe konuşması dayatılmıştır. Dil toplumun varlığı demektir. Çocuk, anadiliyle insan olur ve kimlik kazanır. Yıllardır Kürt dili yasaklanıyor ve Kürt çocukları okullarda asimilasyona maruz kalmaktadır. Asimilasyon çocuklara farz kılınıyor. Türkçeyi öğrenemeyen çocuklar rencide ediliyor, şiddete maruz kalıyor. Ben de Türkçe öğrenmediğim için onlarca kez dayak yedim, hakarete uğradım ve küçük düşürüldüm. Bilmiyor olabilirsiniz ama bu büyük bir travma. Bunu yaşayan iyi bilir. Öte yandan her sabah varlığımızı Türk varlığına kurban ediyorlardı. Bu da çocuk psikolojisi üzerinde kötü bir etki bırakıyordu. Her dil ve kültür farklı dil ve kültürlerden etkileniyor. Ancak zorla bir çocuk üzerinde yabancı bir dil ve kültürü dayatmak, onun dil ve kültürünü inkâr etmek insanlık suçudur. Okula başlayan çocuklarda kimlik oluşmaya başlar ancak bizim gibi çocukların varlığı inkâr edilmiştir. İlkokulda annemizle Kürtçe konuştuğumuz için her sabah dayak yerdik. Çocuklarda ajanlığı ortaya çıkarmak istiyorlardı. Küçük çocukların arkadaşlarını ispiyonlaması için bahçelere gitmeleri noktasında görevlendiriliyorlardı ve ajanlık yapmaları isteniyordu. Bugün de tüm toplumu ajanlaştırmak istiyorlar. Evde Türkçe konuştuğumuzda ailemiz kızardı, okulda Kürtçe konuştuğumuzda ise dayak yerdik. Çocuklarımız hala bu ikilem içindedir” dedi.     Duruşmaya bir saat ara verildi.