Şüpheli ölümlerde artış: İntihar ve kaza kılıfı 2021-06-07 09:04:37   Marta Sömek   İSTANBUL - İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Nazan Moroğlu, özellikle son bir yıl içerisinde şüpheli kadın ve çocuk ölümlerinin arttığını vurgulayarak  "Düştü öldü, kaza oldu ya da intihar etti" gibi suç olmayan bir nedene bağlandığını aktardı. Nazan, şüpheli tüm ölümlerin araştırılması gerektiğinin altını çizdi.   Türkiye'de son yıllarda sayısı her geçen gün artan "şüpheli ölümler"e yalnızca kadınlar maruz kalmıyor, "şüpheli" çocuk ölümleri de cezasızlıkla beraber bünyesinde barındırdığı birçok sorunla artık "önlenemez durumda". Ajansımızın şiddet ve katliam çetelesine göre, 2020’de en az 332 kadın ve 33 çocuk katledildi, 110 kadın ise "şüpheli şekilde" yaşamını yitirdi.   2021 yılında da şüpheli ölümlerde artış yaşanırken “Mayıs ayı şiddet çetelemize” göre 25 kadın katledildi aralarında 5’i çocuk olmak üzere ise 33 şüpheli ölüm yaşandı.   İstanbul Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Nazan Moroğlu ile şüpheli kadın ve çocuk ölümleri üzerine konuştuk. Nazan, şüpheli ölümlerin günümüzde, "Düştü öldü, kaza oldu ya da intihar etti" gibi suç olmayan bir nedene bağlandığını aktardı.   ‘İntihar’ kılıfı    Nazan, özellikle son bir yıl içerisinde kadın ve çocuklar açısından şüpheli ölüm sayılarının arttığını vurgulayarak, ölümlerin adeta bir “intihar” kılıfına uydurulduğunu dile getirdi. "Doğal olmayan herhangi bir ölüm suçtur ama günümüzde düştü öldü, kaza oldu ya da intihar etti gibi hemen hemen suç olmayan bir nedene bağlanıyor" diyen Nazan, doğal olmayan her ölümün mutlaka araştırılması gerektiğinin altını çizdi.   'Araştırmalar hayata geçirilmiyor'   Kamuoyuna yansıyan şüpheli çocuk ölümlerinin ülkenin ne kadar vahim bir durumda olduğunu açık bir şekilde ortaya koyduğunu belirten Nazan, araştırmaların hayata geçirilmemesine ilişkin, "Rabia Naz cinayeti Meclise taşındı, bir araştırma komisyonu kuruldu. Özellikle Rabia Naz temelinde şüpheli ölümlerin araştırılması ve hangi tedbirlerin alınması gerektiği araştırıldı. Evet bunlar araştırılıyor ama hayata geçirilmesinde aynı duyarlılığı görmek mümkün değil" dedi. Nazan, toplumun temelinde bir duyarlılık oluşturulması, bilgilendirme ve bilinçlendirilmesi gerektiğini de sözlerine ekledi.   'Mağdurlar suçlanıyor'   Şüpheli ölümlerin araştırılmasında mağdurların suçlandığına değinen Nazan, "Bir aile düşünün çocuğunu kaybetmiş, suç verileri toplanmadığı için adli tıp sürecinde ve diğer aşamalarda deliller tespit edilirken o deliller kayda geçmediği için Rabia Naz'ın babası Şaban Vatan isyan etti, bu sefer de kolluk kuvvetleri ve yargı makamlarına doğru olmayan davranışlar uyguladı diye kendisi suçlandı" sözlerini kullandı.   'Kararlı bir hukuk uygulama süreci başlamalı'   Şüpheli ölümlerde yargının ve adli tıp kurumunun duyarlı olması, önlemlerin alınması ve gerçek cezaların verilmesi gerektiğine ışık tutan Nazan, kamuoyuna yansımamış yüzlerce şüpheli ölüm olduğunu ve bu noktada kararlı bir hukuk uygulama sürecinin başlaması gerektiği çağrısında bulundu. "Hukuk uygulamaları bir zihniyetin de yansıması aynı zamanda" diyen Nazan, adli tıp kurumunun bütün delilleri, delil oluşacak malzemeleri toplayıp kayda geçmesi ve savcılığa sunması gerektiğini yineledi.   ‘Üstü kapatılıyor’   "2020 yılında 171 kadın şüpheli şekilde öldürüldü denildi ama bunların birçoğu intihar kılıfıydı" diyen Nazan, Türkiye'de kadına yönelik şiddet, kadın katliamları, şüpheli çocuk ölümleri dahil bu verilerin toplanmadığı gerçeğiyle karşı karşıya olunduğunu aktardı. Nazan, şüpheli ölümlerin üstünün kapatılarak kayda geçirilmediğini ve bu nedenle sağlıklı verilerin mevcut olmadığına işaret ederek, Türkiye'de şiddet ve cinayetlerle mücadele için ancak basına yansımış emniyet kayıtlarından veri alabildiklerini aktardı.   Nazan, "Veriler toplanmadığı zaman nerede, nasıl bir uygulama yapmamız gerekiyor?" diye sorarken, bu durumda doğru yöntemlerle çalışmak ve sağlıklı sonuçlar almanın da mümkün olmadığını kaydetti. İktidarın kadın katliamlarının azaldığına ilişkin söylemlerini, "Çünkü İstanbul Sözleşmesi hem şiddetin hem cinayetlerin önlenmesi ve her şiddet olayının ayrıntılı bir şekilde incelenmesi ile ayrıştırılmış verilerin toplanması, sonucunu da bir bütüncül politikayla takip edilmesini öngörüyor" cümleleriyle yorumladı.   ‘İstanbul Sözleşmesinden çekilmek zihniyetin yansıması’   Türkiye'nin toplumsal cinsiyet eşitliğinin yerleşmesini istemeyen bir anlayışla yönetildiğini ifade eden Nazan, "Bu çok açık çünkü 'kadın erkek eşitliği fıtratında yoktur' cümlesi bile her yere yansımasına yol açtı. Ve bu zihniyet kadın cinayetlerini, kadına yönelik şiddeti, çocuklara yönelik istismarı adeta görmezden gelmeye de yol açıyor, bu nedenle biz iç hukuk sürecimizi çok doğru işletiyoruz demek yeterli değil" dedi. Nazan, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararını ise "Bir zihniyetin yansımasıydı İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmek" diye yorumladı.   'Koruma isteyen kadınların yüzde 92'si ev içinde şiddet gördü'   "Türkiye'de bir gerçek var ki kadına yönelik şiddet çok büyük çapta aile içinde yaşanıyor" diyen Nazan, 2020 yılında İstanbul Barosu'nun Adli Yardım Bölümü'nde yaptıkları başvuru araştırmalarında, doğrudan koruma kararı talep ederek gelen kadınların yüzde 92'sinin ev içinde ve evli oldukları erkek tarafından şiddet gördüğünü aktardı. Nazan, ev içindeki şiddete tanık olan çocuklara ilişkin de şunları söyledi: "Bu şunu gösteriyor, çocuk bu şiddet olayına tanık oluyor, şiddet uygulayan kişiyi bazen güçlü olarak görüyor ve bu güçlü rol modelini kendi hayatına taşıyor. Önce okula taşıyor, kendinden küçüklere şiddet uyguluyor sonra da kendi hayatına taşıyor, evlendiği zaman da bu şiddeti sürdürüyor."   'Çözüm bütüncül bir anlayış'   Bu kısır döngüyü kırmanın yolunun okul öncesi eğitimden başlaması gerektiğinin altını çizen Nazan, "Ailede alamadığı o anlayışı okul çağında ve hayatının her aşamasında vermek gerekiyor, bu yapılmıyor Türkiye'de. Şiddet mağduru kendini güvence altında hissetmediği için özgüvenini de kaybediyor. Bütüncül bir anlayışla önlenebilir ancak bu durum" ifadelerini kullandı.   Yasalardaki kuralların yeterince destek verdiğini ve insanların hakları konusunda bilgi sahibi olmaları gerektiğini belirten Nazan, bunun bir devlet politikasıyla sağlanabileceğini fakat Türkiye'de bu kararlılığın görülmediğini, İstanbul'da da son yıllarda iyice ortadan kalktığını ele aldı. "Sivil toplumun ve baroların yaptığı çalışmalar adeta pilot çalışmalar arasında kalıyor, İstanbul Sözleşmesi de bunu söylüyor, sivil toplumun ve kadın derneklerinin yaptığı çalışmalardan örnek alınarak yaygınlaştırması gerekir" diyen Nazan, şiddetin ancak bu yaygınlaştırmayla önlenebileceğini belirtti.   'Şiddet ancak güç dengelerinin sağlanmasıyla önlenebilir'   Nazan son olarak istismarın, şiddetin ve katliamların mağduru zayıf hale getirdiğini dile getirirken, şiddetin ancak kadın erkek eşitliği ve güç dengelerinin sağlanmasıyla önlenebileceğini ve bunun bir hayat gerçeği olduğunu vurguladı.