
NADA Kongresi: Yeni yaşamı kurmak için mücadele etmeliyiz
- 14:17 15 Mayıs 2025
- Güncel
SILÊMANÎ - NADA’nın kongresinde konuşan kadınlar; ulus devlet gerçekliği, siyasal İslam’da kadın bedeni ve kadın kırımı üzerine yaptıkları sunumlarda, Irak, Kuveyt gibi birçok ülkede kadınlara yönelik katliamların “namus” adı altında gerçekleştiğini söyledi. Kadınlar, “Abdullah Öcalan’ın önerdiği yeni yaşamı kurmak için hep birlikte mücadele etmeliyiz” dedi.
Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölgesel Demokratik Kadın Koalisyonu (NADA), Silêmanî’de birinci kongresini bir otelde gerçekleştiriyor. Kongre, ilk oturumda birçok başlıkta yapılan sunumlarla başladı.
Ulus devlet gerçekliği
Qamişlo’dan gelen Sema Bekdaş, “Kadına karşı ataerkil tahakküm aracı olarak ulus devlet modeli ve demokrasinin olmayışı” başlıklı konu üzerinden sunum yaptı. Ulus devletin bir proje olarak ortaya çıktığını dile getiren Sema Bekdaş, “Ulus devlet, başkalarını yok etme üzere kendini kurdu. Hegemonik bir materyal gibi, tek devlet, tek millet üzerinden şekillendi. Ataerkil bir sistem üzerinden kendini inşa ediyor. Kadınları bu sistemin dışına itti; toplumsal yaşamdan uzaklaştırdı. Kadınlar eskiden ekonomik alanda kendine daha fazla yer bulurken, egemen güçler kadınları bu alandan uzaklaştırdı. Birçok alanda ulus devlet sistemi kendini dayattı. Önder Apo, ‘Ulus devlet bir egemen güçtür, ataerkil ilişkiler içindedir.’ diyor. Cinsiyetçi ve sınıfsal anlamda, ulus devlet bir devlet değil, bir sistemdir ve her yeri kontrol etmek istiyor. Kadınlar, yaratılan bu ulus devletin kurbanlarıdır. Ulus devletler, Ortadoğu’da hegemonik güç yaratıyor. Osmanlı Devleti’nin çöküşü ve ulus devletin inşasından sonra birçok ülke parçalandı. Bu süreçten sonra cinsiyetler arası ciddi bir hiyerarşi oluştu. Ulus devlet, sessiz kadını oluşturmaya çalıştı” dedi.
Ulus devletin kadınlara biçtiği roller
Irak ve İran savaşını örnek veren Sema Bekdaş, insanların yıllarca sessiz bir şekilde kırıma uğradığını kaydetti. Sema Bekdaş, “Bu bölgedeki erkekler, kontrollerini kadınlar üzerinde kurmak istediler. Ulus devletler, kadınların yaşamlarını bir zindana çevirdi. Kocasının kölesi, çocuklarının annesi konumuna düşürdü. Hiçbir görevi olmayan, şehvet imgesi olarak gösterildi. Kadın ölümleri, eğitimden uzaklaştırma, çocuk yaşta evlilik birçok ülkede hâlâ yasal. Milliyetçilik, kapitalizm ve erkekliği tek bir sistem olarak görebiliriz. Bunun değişebileceğini düşünüyoruz. Kadınlar bu sistemin birinci kurbanları olarak seçilmiş. Kadınların bedenleri üzerinden ticaret yürütülüyor, namus adı altında öldürülüyor, ekonomik şiddete maruz kalıyor, siyasetten uzak tutuluyor. Göçe maruz kalan kadınlar, özellikle Arap kültüründeki kadınlar, tecavüzlere maruz kalıyor. İran’da devrimden sonra hicap, ulus devletin sembolü haline geldi. Kanunlar tamamen erkekler için dizayn edilmiş. Bu kanunlar, kadınları yönetmek için yapılmış. Kadınların kendilerini savunmaması için yaratıldı bu kanunlar. Ama bizler, Abdullah Öcalan’ın önerdiği yeni yaşamı kurmak için hep birlikte mücadele etmeliyiz” ifadelerini kullandı.
‘DAİŞ, İslam’ı kirli amaçlarına alet ediyor’
Ardından Esma Kaftaro, “Siyasal İslam’ın yükselişinde araçsallaştırılan kadın bedeni” üzerine sunum yaptı. Esma Kaftaro, “İslamiyet’ten önce kadınların dünyaya gelmesi ayıp sayılıyordu. Bazı yerlerde kadınların yaşaması dahi yasaktı. Ama Meryem bir direniş başlattı. Kadınlara güç ve iman verdi. Kur’an’da kadının öncü rolü görülüyor. Kadınların eşitliği net bir şekilde ortaya konuyor. İlk İslamiyet tarihinde, kadınların rolü bu kadar ilerlememişti. Mücadele eden kadın öncüler toplumdan uzaklaştırıldı, bu kabul edilemezdi. Hz. Muhammed’in kadınların toplumdaki yeriyle ilgili söylemlerini biliyoruz. Kadınlar özgürdür; politik İslamî alanda daha aktif çalışabilirler. DAİŞ, İslam adına savaştığını söylüyor ama İslam’ı kullanarak kirli amaçlarına alet ediyor. Resulün mesajları bu zihniyetin tam karşısında yer alır. Kadınların tümü bir engel olarak görülüyor. Ama umuyorum ki, tüm bunlara karşı bu mücadele bizim için gerçek bir birlik yaratır” diye belirtti.
Kadın kırımı ve kanunlar
Ardından Busra AbuEl-İs, “Ataerkil sistem, hukukla kadın kırımını meşrulaştırıyor” başlıklı sunumunu yaptı. Bazı kanunların zaman zaman kadınları koruduğunu, ancak her gün kadınların katledildiğini belirtti. Busra AbuEl-İs, “Birçok kanun, ‘namus’ adı altında öldürülen kadınların katillerini de koruyor. Uluslararası sözleşmelere baktığımızda, kadınları ve çocukları koruyan maddelerin önemini anlıyoruz. Bazı ülkelerde tecavüze uğrayan kadınlar öldürülüyor. ‘Şeref’ adı altında kadınları katleden kanunlar var. Şeref kelimesi kadınlar üzerine kurulmuş. Kuveyt’te 273. kanun diyor ki: ‘Eğer bir kadın ya da kız kardeşi başka bir adamla birlikteyse, zina yapmışsa ve adam bu kadınları öldürmüşse, bu adama hafifletici sebepler uygulanır.’ Bu, namusunu temizleme olarak görülüyor. Erkek çocukları annelerine karşı bunu yapabiliyor. Bu kanunlar hâlâ devam ediyor, değişmeleri için çok mücadele veriliyor. Bir adam, ‘namus’ adına bir kadını öldürürse, adama para veriliyor ve ceza almıyor. Kuveyt kanunlarının değişmesi gerekiyor. Irak’taki 430/B maddesine göre kadın dövülebilir, hatta öldürülürse bile, bu ‘namus’ adı altında indirim sebebi sayılıyor. Irak kanununda ‘kadını ve çocuğu terbiye etmek’ ifadesiyle kadına ve çocuğa her şey reva görülüyor. Buna dair savcılığa itiraz ettik, ancak itirazımız reddedildi. Cinsel istismar çok yaygın ama çocuklar da asla korunmuyor. Irak’ta çocuklar ve kadınlar şiddet nedeniyle ölüyor ama onları koruyacak kanunlar yok” sözlerini kullandı.
Kapitalizmin ekoloji üzerine etkisi
Afaf Gattaşa ise “Küresel kapitalist sistemin ekolojik kırıma karşı kadın mücadelesi” başlıklı sunumunda, ekolojik yıkıma dikkat çekti: “Ekolojik kırımlar, kapitalist sistem içinde yaşanıyor. Kapitalizm, doğayı kendi bünyesi altına alarak bir ticaret alanına dönüştürdü. Sistem, bizi doğadan uzaklaştırmak istiyor. Kapitalizm hegemonik bir materyaldir, doğa üzerinde de bu materyal sürüyor ve dünyamızı yok ediyor. Doğa bilerek tahrip ediliyor. Kadının doğadan, ekolojiden aldığı emek de yok ediliyor. Küresel ısınmanın farkındayız, bu artıyor ve yer altı kaynakları tükenme noktasına geliyor. Bu, dünya için büyük bir krizdir. Tahribat sadece doğada değil, denizlerde, göllerde, ormanlarda da sürüyor. Denizler ve okyanuslar, geçmiş yıllara oranla çok daha kirli. Kimyasal maddeler denizlere dökülüyor, canlı türleri yok oluyor. Endüstriyel kimyasallar sulara karıştıkça içme suları da azalıyor. Uluslararası raporlar da bu vahim durumu ortaya koyuyor. Arap toplumlarında susuzluk ve çölleşme ciddi bir sorun. Şu an bir doğa krizinin içindeyiz. Bu durumlar cinsiyetçilik ve milliyetçilikle iç içe geçmiş durumda.”
Kadın ve ekolojik sorun
Ekolojik yıkımın kadınlar üzerindeki etkisine de değinen Afaf Gattaşa, “Ben Filistin’den geldim. 65 yıldır Filistin halkı bir insanlık soykırımına maruz kalıyor. Mücadele ediyor. Son dönemlerde işgalci güçlerin faşist yöntemleri daha da arttı. Bu işgalciler güçlü devletler tarafından destekleniyor. 67 yıldır bu savaş sürüyor ve işgalciler bu savaştan besleniyor. Bu sadece Filistin’i değil, doğamızı da yok etti. Biz, işgalcilerin gölgesinde soykırıma uğruyoruz. Hem insanlık hem doğa soykırımı ciddi boyutlarda yaşanıyor. Bu soykırımın etkileri önümüzdeki yıllarda çok daha fazla hissedilecek. Bu savaş, kadınlara yönelik bir savaştır. İşgalciler kimyasal silahlar ve tanklarla saldırıyor, bunun sonuçlarını yakında daha da ağır göreceğiz. Yeni doğan çocuklar hasta doğuyor. Filistin’de büyük bir göç yaşandı ve geri dönüş yolları tamamen kapatıldı. İşgalcilerin ilk işi doğayı talan etmekti. Biz kadın mücadelesini ekolojik mücadeleden ayıramayız. Ekolojik sorunlar aynı zamanda kadın sorunudur. Bunlar çözülmeden kadınların sorunları da çözülmeyecek. Doğa bilincini yükseltmemiz gerekiyor. Güçlüyüz. Bunlara dur demek için söyleyecek çok sözümüz var. Üretim yapan kadınlara destek vermemiz lazım. Ancak bu şekilde atmosferimizi koruyabiliriz” diye konuştu.
Kongre sürüyor.