‘Barışa İhtiyacım Var’ Kadın İnisiyatifi kuruldu 2025-02-26 16:23:43   İSTANBUL - İstanbul'da düzenlenen "Kadınlar Barışı Konuşuyor" çalıştayının ardından "Barışa İhtiyacım Var" Kadın İnisiyatifi kuruldu. Kadınlar, savaşın etkilerine karşı ortak mücadele çağrısı yaparak, barışın kadınlar nezdinde toplumsallaşması gerektiğini vurguladı.    İstanbul’da 22-23 Şubat günleri düzenlenen “Kadınlar Barışı Konuşuyor” başlıklı çalıştayın sonuç bildirgesi yayınladı. 100’ü aşkın kadının bir araya gelerek barışı konuştuğu çalıştayın sonuç bildirgesinde “Bu çalıştayla birlikte ‘Barışa ihtiyacım var’ Kadın İnisiyatifi olarak yola çıkıyoruz” denildi. Küresel, bölgesel ve yerel ortamda barış ve savaşın ele alındığı çalıştayda, atölyeler halinde çeşitli başlıklar tartışıldı.   Bildirgede, “Savaş ekonomisi, kadın emeği ve yoksullaştırma politikaları”, “Barış mücadelesiyle kadın mücadelesinin birlikte yürümesine neden ihtiyacımız var?” ve “Kadınlar nasıl bir barışı istiyor? Barışı nasıl inşa edebiliriz?” başlıklı üç farklı atölye ile tartışmaların derinleştirildiği kaydedildi.   Bildirgenin devamında şu ifadeler yer aldı:    “Aslında bu tartışmaların hiçbiri bizim için yeni değil. Herhangi bir sürecin varlığına veya siyasi aktörlere bağımlı da değil. Tam da bu bakış açısıyla, çalıştayda bugünümüzü olduğu gibi dünümüzü de konuştuk, bugünden düne baktık. 90’lı yıllardan bu yana Türkiye’de feminist hareket ve kadın hareketi savaşı ve Kürt sorununun demokratik çözümünü gündem etti, barıştan yana türlü ortak mücadelelerin içinde oldu. 1994 yılında yapılan ‘Arkadaşıma Dokunma’ kampanyasından, 2009 yılında kurulan Barış için Kadın Girişimi’ne ve Kadın Özgürlük Meclisi’ne onlarca kadın barış grubu, gözlem heyetleri, konferanslar, raporlamalar, kampanyalar yapıldı. 2015’te çözüm sürecinin bitirilmesinden sonra da kadınlar durmadı, bir yandan dayanışmayı sürdürürken bir yandan da savaşın hayatımızın her alanına yayılan görünümlerine karşı sesini ve sözünü yükseltti. Kayyım darbelerine karşı her dönem sokağa çıktı. Böylece saymakla bitmeyecek bir mücadele deneyimi birikti. Bizler de bu mücadele deneyiminin içinde konumlanıyoruz ve hafızasını sahipleniyoruz.   Ancak elbette içinde bulunduğumuz dönemin özgül koşullarını da değerlendirmeye ihtiyaç duyuyoruz. Dünya genelinde sağ sadece yükselmekle kalmıyor, sağ dışında bir siyaset imkânı da bırakmayarak kendisine muhalif olanın siyasetini dahi belirliyor. Toplumsal hareketlere ait kavramları da tekeline alıp içini kendine göre dolduruyor. Böylece Ukrayna’dan, Suriye’ye, Kürt coğrafyasından Filistin’e bütün bir bölgeyi belli hesaplar ve çıkarlar doğrultusunda şekillendiren güçler emperyalizmden, neoliberalizmden ve barıştan bahsedebiliyor. Toplumsal taleplerin değil jeopolitikanın egemen olduğu bir denklem bu. Bu denklemin içerisinde bir halkın tamamen yok edilmesine de, kadınların köleleştirildiği bir düzen kurulmasına da, kendisinden farklı düşünen herkesi cezaevine tıkmaya da, şiddet ve baskıyla kurulan istikrara da 'barış' denebildiğini görüyoruz. Tam da zeminin bu kadar kaygan olduğu yerde, egemenlerin barışına seyirci kalmak yerine kadınların barış politikasını birlikte düşünmeye ihtiyaç duyuyoruz.   Türkiye özelinde, savaşın sürdüğü ama gittikçe görünmez olduğu, gözaltı ve tutuklama furyasının da kayyumların da normalleştiği, insanların ağır bir yoksullaştırma altında ezildiği, işçilerin grev hakkından bile mahrum edildiği, kadınların eşitsiz oldukları ve şiddete uğradıkları bir aile yapısı içinde daha fazla çocuk doğurmasının beklendiği, LGBTİ+’ların varlığının bile kriminalize edildiği, göçmenlerin nefret nesnesi haline getirildiği, demokrasiden ve adaletten yoksun koşullardayız. Tüm bunların, kadınlar olarak eşitlik ve özgürlük mücadelemizin önündeki engellerin, barışın yokluğuyla, savaş politikalarıyla, savaş düzeninin getirdiği ‘beka’ kaygısı ve güvenlikçi siyasetle bağını kuruyoruz. ‘Bugün kim güvende?’ diye soruyoruz. Bu tepeden tırnağa güvenlikçi siyaset devasa bir kolluk teşkilatı yarattı, ağzını açana ‘terör’ diyor ve hapse atıyor. Ama polisiyle, mahkemesiyle, kadınları hayatta tutmayı önceliklendirmiyor. Dolayısıyla, bugün çokça gündem olan silahsızlanmadan barış içinde ve insanca yaşamaya giden yolun, ancak bu güvenlikçi, baskıcı siyasetin son bulmasıyla mümkün olduğunu görüyoruz.   ‘Demokratik yollarla ve eşitlik temelinde çözüm’   Öte yandan, demokrasinin barışla eş anlamlı olmadığını, barışın otomatik olarak demokrasiyi, otomatik olarak kadınların eşitliğini, özgürlüğünü, yaşam güvencesini beraberinde getirmeyeceğini, erkek şiddetini sonlandırmayacağını, bunların mücadele gerektirdiğini de biliyoruz. Dolayısıyla burada “barış” derken biz, öncelikle bu topraklarda, Kürt sorununun demokratik yollarla ve eşitlik temelinde çözümüne dayanan bir barışı kast ediyoruz. Burada bir araya gelen kadınlar olarak bundan yana tavır almanın kendi mücadelemize içkin olması gerektiğine inanıyoruz.      Yıllardır savaşın etkilerini doğrudan ya da dolaylı yaşayan biz kadınlar, hep kendi deneyimlerimizin içinden politika yaptık. Savaşın öncelikle kendimiz için ne demek olduğunu konuşarak başladık. Bugün yaşadığımız coğrafyada savaş hem sınırların içinde hem sınır ötesinde devam ediyor. Kürt sorununda çözümsüzlük, bazen silah zoruyla bazen de toplumsal bağların türlü politikalarla hedef alınmasıyla sürdürülüyor. Biz kadınlar savaşın sadece her an sıcak çatışma demek olmadığını iyi biliyoruz.   Savaş, kadın bedenlerini ganimet, cinsel şiddeti silah haline getirir. Bu şiddet bugün türlü davalarda takip ettiğimiz üzere, Kürt illerinde korucular, üniformalı erkekler eliyle genç kadınlara yönelirken, kadınlar şüpheli biçimlerde kaybedilirken, ülke genelinde genç erkeklerin çeteleşmesiyle, türlü şiddet araçlarına erişmesiyle yayılıyor.    Savaş, kadınların dillerine karşı da savaştır. Kadınların anadillerinde, Kürtçe hizmet alamaması, onları erkeklerden daha fazla toplumsal hayatın dışında ve erişimsiz bırakır. Örneğin şiddete karşı koruyucu, önleyici mekanizmalara anadilinde erişememek kadınların hayatına mal olabilir.   Savaş, kimilerini zenginleştirirken en çok da kadınları yoksullaştırır, ülkenin kaynaklarını tek bir alana kilitler. Bütçenin yaklaşık yüzde 11’i savaşa, savaş sermayesine ayrılırken, cihatçı gruplara dolarla maaş verilirken kreşe ‘kamu zararı’ deniyorsa, kadınlar adına bu bütçeden ne beklenebilir? Kürt bölgesinde istihdam imkanını da niteliğini de savaş politikaları belirliyor. İşsizlik ve yoksulluğun kadınlar için diğer bölgelere göre daha yüksek, esnek ve güvencesiz çalışan mevsimlik işçilerin de büyük çoğunluğunun kadın ve çocuk olması tesadüf değil.   Savaş, aynı zamanda kayyum demektir. Kayyumla kadınların kurumları, kadınların eşit yaşama imkanını, kamusal alanda var olmasını güçlendiren hizmet ve mekanizmaları, kadınların siyasal alandaki temsiliyeti gasp edilir.   Savaş, her şeyin “terör” olarak adlandırılmasına, sokağa çıkıp hakkını aramanın adeta yasa dışı gibi gösterilmesine, örneğin biz kadınların, LGBTİ+’ların, işçilerin haklarımız için mücadele etmesine alan bırakılmamasına imkân tanır.   Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi   Bu listeyi uzatmak mümkün. Peki kadınlar tüm bunların karşısında, barış için birlikte nasıl mücadele edebilir? Veyahut ne yapmalıyız? Burada toplumsallaşma, yasal çerçeve ve siyaset şeklinde üç hat üzerinden konuştuk. En temel ihtiyacımızın barışın kadınlar nezdinde toplumsallaşması, barış ihtiyacının toplumsal bir talebe dönüşmesi olduğunda ortaklaştık. Bu toplumsallaşma yoluyla kadınların özne haline gelebileceğini, böylece kadınların eşitlik ve özgürlük taleplerinin de görmezden gelinemeyeceğini vurguladık. Barışın toplumsallaşması büyük bir hedef. Pek çok soruyu, kaygıyı ve farklılığı içinde barındırıyor. Ancak ortak noktamız bu konuda bir derdimizin olduğu gerçeği. Sorumuz, ‘Kürt sorununun barış içinde demokratik ve eşitlikçi çözümü için kadınlar olarak birlikte nasıl bir ortak mücadele?’ ise, cevabımız da ‘Barışa ihtiyacım var’ sözünü halkalar halinde örgütlemek, altını hep birlikte doldurmak olacak. Bunun için bu çalıştayla birlikte ‘Barışa ihtiyacım var’ Kadın İnisiyatifi olarak yola çıkıyoruz. Bu inisiyatifin amacı her birimizin hem tek tek hem kolektif olarak barışa neden ihtiyacımız olduğunu hatırlamak, hatırlatmak, birbirimize anlatmak ve temas alanlarımızı büyütmek, hepimizi barışın için sorumluluk almaya, bu barışın öznesi olmaya çağırmak. Hep birlikte barış sözünü büyütmek üzere!”