Güney Kürdistan notları (1) 2025-02-24 09:04:22     Emperyalizmin ağzını sulandıran topraklar    Melek Avcı   ANKARA - Güney’de yol boyunca iki farklı mimari bizi karşılasa da her yere yayılan inşaat yığınlarının bize verdiği temel bir mesaj vardı: Sonsuzluğa uzanan topraklara sahiplik eden burası emperyalist canavarların ağzını boşuna sulandırmıyordu.     Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, İmralı’da yapılan iki görüşmenin mesajlarını aktarmak üzere dört parça Kürdistan’ı kapsayan çözüme hazırlanan Abdullah Öcalan’ın önerileri doğrultusunda 16-19 Şubat tarihleri arasında Güney Kürdistan’da ziyaretler gerçekleştirdi. Heyette İmralı Heyeti üyeleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder, Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Keskin Bayındır, Asrın Hukuk Bürosu’ndan Özgür Erol ve İbrahim Bilmez, DEM Parti Dış İlişkiler Komisyonu Eşsözcüsü Berdan Öztürk, milletvekilleri Gülcan Kaçmaz Sayyiğit ve Mehmet Kamaç yer aldı.   Yıllar sonra üst düzey ziyaret   Abdullah Öcalan’ın inşa ettiği güç ve ziyaretin verdiği ağırlıktan olacak ki Habur Sınır Kapısı’ndan geçer geçmez protokol araçlarının ve Federe Kürdistan yetkililerinin bizleri şaşalı ve büyük bir özenle karışlamasıyla bölgeye giriş yapıyoruz. Yıllar sonra gerçekleşen böylesi bir ziyaretten kaynaklı herkesin yüzü gülüyordu. Protokol araçlarına yerleştikten sonra Hewlêr’e yaklaşık 4 saat süren yoluculuğa başladık.   Ekilmemiş araziler ve şehir isimleri   İlk kez Güney Kürdistan’a gelmenin verdiği heyecanla yorgunluğu bir kenara bırakıp geçtiğimiz yolları seyre dalıyorum. Hewlêr’e giden yol Silêmanî’nin aksine düz seyrediyor, bomboş araziler mevsimden kaynaklı olsa gerek tarımsal üretimden yana bir ibare taşımıyor. Fakat bu kadar alana rağmen üretimde dışa bağımlılığı hatırladığımızda arazilerin ekilmemiş olmasının sadece mevsimden öte geldiğini söylemek eksik olacaktır. Yol tabelalarında yazan 3 dilli şehir isimlerine bakıyorum…“Erbil” yazıyor. Adında Kürdistan olan bölgenin Arapça ve ideolojik duruşu ortaya koyan bu isimlendirmeyi kabullenişi bir kenarda dururken bölge halkı hatta protokolde yer alanların Hewlêr demesi tabelayı boşa çıkartıyor.    Sessiz Êzidî köyleri   Daha gün ortasındayız, hava ılık. Hewlêr’e daha yolumuz var. Duhok’ta “Bu köylerde kim yaşıyor” diye aracı süren eski peşmergeye soruyoruz. “Bu köyler Êzidîlerin” diyor, “Bu sağdaki köy de onların” biraz daha ilerliyor araç “şu köy de onların, şurası da ibadet yerleri, gelip dua ederler” diyerek küçük bir kubbeli yapıya işaret ediyor. Köy dese de 15 hanelik bir yerleşim yeri diyebilirdim. Evlerin avlularında eşyalar, birkaçında çamaşır iplerinde elbiseler gözüme çarpsa da gün ortası sessizlik hakim. Köyde yürüyen, avluda oturan bir kişi dahi göremiyoruz. Sıralı sıralı geçtiğimiz tüm Êzidî köylerinde aynı manzaraya rastlıyoruz. Defalarca fermana uğramış bir inancın hala kültürünü ve inancını yaşatmaya dönük mücadelesi şehir boyunca Kürdistanî olan tek yer olarak bölgenin dokusunu yansıtan mimarisine yansıyor.    Laleş’in ateşi   Küçük köyleri geçtikten sonra bir dağın yamacında bize çok uzakta yanan ateşe işaret etti: “Bakın burası Laleş, Êzidîlerin Hac yeridir, dağın tepesindeki ateş hep yanar” diyerek her yıl Êzidîlerin Hac sayılan ibadeti gerçekleştirmek üzere buraya geldiğini söyledi. Çok sayıda türbenin de yer aldığı Laleş Tapınağı ÊzidÎliğin kalbi olarak nitelendirilir. Etrafında çilehaneler, mağaralar, hücreler olan tapınak Cema Bayramı törenlerinde ziyaret edilir. Buradaki ateş daima yanarmış.    Dubai tipi şehirleşme ile hafızasızlaştırma   Yol bu tür sohbetlerle geçtikten sonra nihayet Hewlêr’e varıyoruz ve gördüğüm manzara beni şaşırtıyor. İskeleler, inşaat duvarları, rezidanslar ve daha da yükselen binalar… Bir kente girdiğinizde halkına ve kültürüne özgü bir mimariyi veya da en küçük bir emareyi gözleriniz arar. Fakat karşınıza çıkan Dubai tipi bir şehirleşme ve KFC oluyor. ABD’nin zincir sermaye restoranları adım başı büyük tabelalarıyla görünüyor. İnşaatı süren ve biten içerisinde alışveriş merkezlerinin olduğu yolda gördüğümüz köylerden de büyük villa tipi siteler şehrin her yerinde yer alıyordu: “American City”, “İtalian City” olarak adlandırılmış ve böyle sürüp giden yapılar…“Bir ev 5 milyon dolar” diyor yanımızdaki, “insanların bunları alacak gücü yok ki.” Evet zira Êzidî köylerinde olduğu gibi bu sitelerin de yarısından çoğu boş. Ama boş olma nedenleri farklı. Zira Dubai tipi şehirleşmenin hükümetin de önündeki program olduğunu bize eşlik eden isim dile getirdi.   Zap’ın aktığı Dukan Barajı   Hewlêr’de ziyaretlerimizi tamamladıktan sonra Silêmanî’ye geçtik. Hewlêr’in aksine Silêmanî virajlı yollarla doluydu. Yüksekçe dağı dolandıktan sonra Dukan’a ulaşıyoruz. İran'dan akan Küçük Zap Suyu, Silêmanî’den geçerek Kerkük kentine ve oradan da Irak’ın iç kesimlerine doğru ilerliyor. Dukan Barajı’na akan su muhteşem bir görüntü oluşturmasının yanı sıra çevresinde turizm amaçlı inşa edilen yapılar gözümüze çarpıyor.    Saddam’ın izleri    Silêmanî’ye vardığımızda ilk baktığım yine tabelalar oluyor, Halepçe’nin buraya yaklaşık 61 kilometre uzakta olduğunu gösteren tabelaların yanı sıra “Saddam’ın İşkence Merkezleri” yazılı bir tabela görüyoruz. Söz konusu tabelanın işaret ettiği yer “Amna Sure” yani 'Kızıl Emniyet' binası, Kürtlere yapılan zulmün merkezi, soykırımın yeriydi. Günümüzde bu bina “utanç müzesi” olarak bölgede yer alıyor. Bir hafıza yeri olarak dikkat çekse de birlikte oturduğumuz YNK yetkililerinden birinin yine Saddam’ın idama mahkûm edilen tutsakları idam edilmeden önce işkenceden geçirdiği cezaevinin üzerine bir restoran ve park inşa edildiğini söylemesiyle şaşırıyorum. Kısa süreli bir şaşkınlığın ardından kendisine şunu sordum, “Böyle tarihsel bir hafıza merkezine restoran inşa etmek sizce doğru mu? Neden müze değil?” Sorumu Soranice aktaran arkadaş yine bana yanıtını şöyle çeviriyor “Evet, tabi yapılabilirdi ama ilerde müzeleri de var.” Elbette tartışmayı daha fazla sürdürmüyoruz.    İki farklı şehir iki farklı yansıma   Hewlêr kentinin aksine Silêmanî daha yerel bir mimari ile bizi karşılasa da halkın yoksunluğu göze çarpıyor. Yıkık dökük ve hala savaşın izlerini taşıyan kentte yeni yeni tek tük inşaatlar gözüme çarpıyor. Üretim açısından kentin girişinde birçok sera ve birkaç fabrika karşımıza çıktı. Kentin üretimini sağlamak için politikalar ürettiğine bir işaret olarak değerlendirdim. Dubai tipi bir şehirleşme burada yok, uluslararası zincir restoranların büyük tabelaları yerine daha yerel restoran ve dükkanlar gördüm. Yine burada halkı sokaklarda yerel kıyafetlerle görmek mümkündü. Kalkınma ve şehir altyapısı yeterince iyi olmasa da buradaki görüntü daha içten ve tanıdık bir görüntüydü.    Muazzam bir rant ve kaynak alanı   Her iki kenti ve geçtiğimiz diğer kentleri gözlemlerken aklımdan şu ifadeleri geçiriyordum: Uluslararası güçlerin bu bölgelerdeki savaşı sürdürmesi boşuna değil. Yeraltı zenginlikleri ve jeopolitik olarak konumları noktasında okumalarımız ve analizlerimiz olsa da gözle işlenmemiş toprakları deneyimlerken sermaye ve yatırımcıların ağzını sulandırdığını hissedebiliyordunuz. Yeraltı kadar yerüstüne de çöreklenmiş olan emperyalist canavarların inşa ettiği “city”ler ve inşa etmeyi sürdürmek istedikleri yüzbinlerce city zincir uluslararası şirketler için hükümetin de desteği ile Güney’i adeta keşfedilmiş bir gezegene çevirmiş. Tıpkı Suriye gibi. Ve elbette Orta Doğu’daki birçok toprak gibi…