Halide Türkoğlu: Özgür ve eşit yaşam için mücadeleyi büyütüyoruz 2025-02-07 11:00:58       ANKARA – Gündemdeki gelişmelere dair değerlendirmelerde bulunan DEM Parti Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, “Sayın Öcalan’ın çözüm perspektifi bu ülkede erkek devlet şiddetine karşı mücadelede ve kadın özgürlük mücadelesinde büyük bir öneme sahiptir. Bunun karşısında onurlu barışı inşa edecek öncü güç kadınlar ve gençlerdir. Çağrımız tüm kadınlaradır; Gelin hep birlikte onurlu barış etrafında kenetlenelim” dedi.    Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Kadın Meclisi Sözcüsü Halide Türkoğlu, güncel gelişmelere ve kadın gündemine dair partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında konuştu.    Konuşmasına darp edilerek gözaltına alınan muhabirimiz Öznur Değer ve 6 Şubat depreminde yaşamlarını yitirenleri anarak başlayan Halide Türkoğlu, “Özgür basın çalışanları üzerindeki baskıyı kabul etmediğimizi, bu gözaltı ve tutuklamaları kınadığımızı bir kez daha belirtmek isterim” dedi.    ‘Yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için neyi bekliyorsunuz’   Depremden 2 yıl geçmesine rağmen hala binlerce insanın mağduriyetinin giderilmediğini ifade eden Halide Türkoğlu, “İnsanlar can mücadelesi verirken Kızılay’ın çadır sattığını unutmadık. Bugün hala yüzlerce kadın ve çocuk konteynerlerde yaşam mücadelesi verirken, bu sorunların çözülmemiş olması iktidar için bir utançtır. Depremin üzerinden 2 yıl geçmesine rağmen su, ısınma ve barınma sorununun devam etmesi, iktidar için bir utançtır. Konut teslim ettik diye açıklama yapanlar, konteyner kentlerde verilen yaşam mücadelesine göz yummaktadır. Yaşanan acılar bize bir kez daha gösterdi ki bu ülkede depreme karşı uzun vadeli bir planlama ve politika yok. Bu ülkede deprem bölgelerinin nasıl rant alanına çevrileceğine yönelik politikalar yürütülüyor. Bizler var olduğumuz sürece bu politikaları teşhir etmeye, depremden etkilenen kadınlarla, çocuklarla dayanışmayı büyütmekten asla vazgeçmeyeceğiz. Yetkililere soruyoruz: Maraş merkezli depremin ardından yaşanan mağduriyetleri gidermek için neyi bekliyorsunuz? İnsanlar neden hala konteyner kentlerde yaşamak zorunda?  Bu sorunları gidermek, iktidarın sorumluluğundadır” diye konuştu.    ‘Ortadoğu’da kadınların kazanımları saldırı altındadır’   Orta Doğu’da ve Suriye’de devam eden savaşı yakından takip ettiklerini söyleyen Halide Türkoğlu, şöyle devam etti: “Orta Doğu’da haritaları yeniden çizmek istiyorlar. Afganistan’da, Lübnan’da, Ukrayna’da ve bugün en sıcak haliyle Suriye’de yaşanan gelişmeler bunun göstergesidir. Suriye’de Baas rejiminin çökmesi ve yönetimin HTŞ’ye geçmesi ile birlikte Suriye’de yaşanan gelişmeleri biz kadınlar da büyük bir dikkatle takip ediyoruz. Çünkü bizler şunu çok iyi biliyoruz ki; Orta Doğu’da haritaları şekillendirmek isteyen, erkek egemen sistemlerdir. Kadınların haklarını, kazanımlarını hedef alan bu güçlerin çizmek istedikleri haritalar altında yaşayan kadınların hakları ve kazanımları saldırı altındadır. Bunu Taliban rejiminde gördük.  Irak’ta, İran’da gördük. Ve bugün aynı politikaların bizzat Suriye’deki yeni yönetim tarafından yapılmak istendiğine şahitlik ediyoruz” sözlerini kullandı.    Halide Türkoğlu konuşmasını şu şekilde sürdürdü:    “Özellikle Suriye’deki Alevi halklara yönelik saldırılara ilişkin gelen haberler ve türbe yakma olayları, bu kaygılarımızın ne kadar yerinde olduğunun göstergesidir. Yine, Alevi kadın akademisyen Rasha Nasser Al-Ali’nin kaçırılıp katledildiğine dair kamuoyuna yansıyan bilgiler, durumun kadınlar açısından vahametini açıkça ortaya koymuştur. Bu katliamlara göz yuman veya bunları besleyen hiçbir zihniyeti kabul etmeyiz. Bunun karşısında, kadın dayanışmasına olan inancımızla Suriyeli ve Rojavalı kadınların yanında olmaktan, dayanışmayı büyütmekten bir an olsun vazgeçmeyeceğimizi belirtmek istiyorum. Bugün, Suriye’nin demografik yapısının çok kimlikli ve çok kültürlü olduğu gerçeğinden hareketle adımlar atılması kaçınılmazdır. Bir yönetim oluşturulacaksa, bu yönetim tüm Suriye halklarını, kadınları, gençleri ve kimlikleri kapsayacak şekilde olmalıdır. Aksi durumda, geçmiş acıların yeniden tekrarlanmasından başka bir sonuç doğmayacağı gibi, bu topraklarda tekçi anlayışla hareket eden tüm iktidarların yaşadığı kaostan kurtuluş olmayacağı da ortadadır.   Zennubiya Kadın Topluluğunun isyanı, isyanımızdır   Bunun için yapılması gerekenleri, Zennubiya Kadın Topluluğu, geçici hükümete yaptığı çağrıda net bir şekilde ortaya koymuştur. Dünyanın neresinde olursa olsun, kadın katillerinin, kadına yönelik suç işleyenlerin ve cinsiyet kimliklerine saldırıda bulunanların yönetim mekanizmasında yer almasını hiçbir kadın kabul etmeyecektir. Kürt kadın siyasetçi Hevrîn Xelef’i katledenlerin rütbelendirilmesine karşı Suriyeli kadınların, Rojavalı kadınların ve Zennubiya Kadın Topluluğunun isyanı, bizim de isyanımızdır. Verilen bu karardan derhal vazgeçilmeli, Zennubiya Kadın Topluluğunun çağrısına sessiz kalınmamalıdır. Hevrîn Xelef’in katili yargılanmalıdır. Tüm dünya kadınlarını, bu çağrıya ses vererek Suriyeli ve Rojavalı kadınlarla dayanışmayı büyütmeye çağırıyoruz.   Tişrin’e yönelik saldırılar    Suriye’deki yeni süreç ile birlikte yönetim tartışmaları devam ederken, siyasi iktidar tarafından beslenen SMO paramiliter güçleri eliyle havadan bombardımanlar gerçekleştirilerek Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar sürüyor. Uluslararası hukuk yok sayılarak Tişrin Barajı’na yapılan hava saldırılarıyla burada insanlık suçu işleniyor. Tişrin’e yönelik saldırılar, iktidarın Kuzey ve Doğu Suriye’ye karşı açmış olduğu bir savaştır. Bu savaş karşısında direnen Kuzey ve Doğu Suriye halkları, barajlarını korudukları için siyasi iktidarın hava saldırılarının hedefi olmuştur. 50’ye yakın insan, toprağını ve yaşam kaynağını savunduğu için katledilmiştir. Onlarca insan yaralanmıştır. Buna rağmen insanlar, yaşam kaynağı olan barajlarını savunmaktan vazgeçmemiştir.   Soruyoruz bu iktidara: Siz Rojava halklarından, Rojavalı kadınlardan ne istiyorsunuz? İnsanlar, yaşamları pahasına binbir emek ve bedelle inşa ettikleri yaşam alanlarını size karşı savunuyor. ‘Toprağıma, inşa ettiğim yeni yaşama dokunma’ diyor. ‘Ben senin ülken için tehlike değilim’ diyor ve tüm pratikleriyle bunu gösteriyor   Savaş siyasetinde ısrar etmek kadınların emeklerinden çalmaktır    Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni, aslı astarı olmayan gerekçelerle kriminalize edip saldırı gerekçesi yaratmak, bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz. Bu saldırıların devam etmesi, savaşın maliyetinin her geçen gün artması demektir. Savaş maliyetinin artmasının sonucunu ise bu ülkede, başta kadınlar olmak üzere, işçiler, emekçiler, yoksullar ve ezilen halklar tüm iliklerine kadar yaşıyor. Kadın yoksulluğunun bu kadar derinleştiği bir yerde, savaş siyasetinde ısrar etmek kadınların emeklerinden, hayatlarından ve yaşamlarından çalmaktır.   Bakın, halihazırdaki pahalılıkta asgari ücret, yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasına dahi yetmezken binlerce kadın, bu ücretin altında çalışmak zorunda kalıyor. Sadece 2024 yılında, 12 milyon kadın ev işleri, çocuk, hasta, yaşlı ve engelli bakımı omuzlarına yüklendiği için çalışma yaşamında yer alamıyor. ‘Beka sorunu’ diyerek, ‘güvenlik sorunu’ diyerek, savaş siyasetinde ısrar ederek bu sorunların üzerini örtemezsiniz.   Kadın ekonomisini güçlendirecek üretim alanları desteklenmelidir   Kadınların talebi de çözüm önerisi de bellidir. Asgari ücret, patronların ve sermayedarların çıkarları gözetilerek değil; kadınların, işçilerin ve emekçilerin çıkarlarını korumak ve ülkenin ekonomik gerçekliğine uygun şekilde belirlenmelidir. Bakım emeği derhal kamusallaştırılmalı ve toplumsallaştırılmalıdır. Ataması yapılmayan üniversiteli genç kadınların atamaları derhal gerçekleştirilmelidir. KHK zulmüyle sindirilmek istenen kadınların hakları teslim edilmelidir. Kadın ekonomisini güçlendirecek üretim alanları desteklenmelidir. Genç kadınların barınma sorunları giderilmeli, eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacak politikalar hayata geçirilmelidir. Ev emekçisi kadınların emeklilik hakkından faydalanmasını sağlayacak yasal düzenlemeler derhal uygulanmalıdır.   Tüm bunları yapabilmenin öncelikli koşulu ise barışı sağlamaktır; savaştan yana değil, barıştan yana tutum almaktır ve kayyım siyasetinden vazgeçmektir.   Kadınların iradesine kayyım atamakla düzen sağlanmaz   Bir yandan barış deyip diğer yandan Kürt halkının ve kadınların iradesine kayyım atamakla ne düzen ne de refah sağlanır. Bakın, siyasi iktidar 9 yıldır bıkmadan usanmadan halkın iradesini gasp etmeye devam etmektedir. Yakın zamanda Siirt Belediyemize kayyım atandı. Önceki örneklerde olduğu gibi, bu kez de hukuksuz bir şekilde, alelacele ve uydurma bir dosyayla Belediye Eş Başkanımız Sofya Alağaş görevden alındı. 9 yıldır bu halkın ve kadınların iradesini gasp ettiğiniz hâlde, her seçimde kadınlar ‘Eş başkanlık ve eşit temsiliyette ısrarcıyız’ diyerek belediyelerimizi gaspçılara teslim etmedi. Siirt halkı ve Siirtli kadınlar, her iki yerel seçimde de bunu açıkça ispat etmiştir.   9 belediyemize atanan kayyımların ilk icraatı kadın kazanımlarına saldırmak    Bu hukuksuzluğu yapanlar ve kadınların iradesini gasp edenler, adalet karşısında hesap verecektir. O günler geldiğinde, gaspçılar bu utançla anılırken bizler, kadın özgürlükçü yerel yönetimler anlayışımızla, eş başkanlık ve eşit temsiliyet ilkemizle yeni yaşamı örmeye devam edeceğiz. Çünkü bizim yerel yönetimler anlayışımız, gasp ve talan düzenini değil; yerinden ve yerelden inşayı esas alır. Bizim yerel yönetim anlayışımız, belediye binalarına değil, halkın ve kadınların yanında durmaya dayanır. Binbir emek ve mücadele ile inşa ettiğimiz bu anlayışın karşısında yenileceksiniz.   Bakın, bizler ‘Kayyımcı anlayış kadın düşmanlığıdır.’ derken, bunun ispatını 9 yıldır tüm belgeleriyle ortaya koyuyoruz. Şimdiye kadar 9 belediyemize kayyım atandı. Her kayyımın ilk icraatı, kadın kazanımlarına saldırmak oldu; kadın müdürlüklerini kapatmak oldu; kadın müdürlüklerine ve daire başkanlıklarına erkekleri atamak oldu; kadınların ücretsiz erişebileceği Jinkart uygulamasını askıya almak oldu; kadınları işten çıkarmak oldu. Bunun adı kadın düşmanlığıdır. Bunun adı Kürt düşmanlığıdır.   Barışın yolu bellidir   Bir yandan Kürt halkının ve kadınların iradesini gasp edeceksiniz, diğer yandan barış diyeceksiniz. Bunun adı samimiyetsizliktir ya da 100 yıldır önerdiğiniz çözümlerin çökmesidir. Bu ülkede gerçekten bir barış sağlanacaksa bunun koşulları da bellidir. 26 yıldır tecrit altında tutulan Sayın Öcalan, yapılan iki görüşmede de bu koşulları şeffaf bir şekilde ortaya koymuştur.   Sayın Öcalan ile yürütülen görüşmeler, biz kadınlar açısından da büyük bir öneme sahiptir. Onun çözüm perspektifi, bu ülkede erkek devlet şiddetine karşı mücadelede ve kadın özgürlük mücadelesinde kritik bir yere sahiptir. Çünkü bu perspektif, halkların, kadınların, farklı dillerin, kimliklerin ve inançların adil ve eşit yaşamını esas almaktadır.   Görüşmelerin yasal bir çerçeveye kavuşturulması elzemdir   Savaş siyasetine karşı onurlu barışın yol haritasını sunan Sayın Öcalan üzerinde bugün hâlâ tecridin devam ediyor olması, barışın önünü açmaz. Elbette ki yapılan iki görüşme bizler açısından kıymetlidir, ancak bu görüşmelerin yasal bir çerçeveye kavuşturulması her şeyden daha önemlidir. Bunun yolu da tecritin tüm boyutlarıyla kaldırılması ve Sayın Öcalan’ın çalışma koşullarının sağlanmasıdır. İşte bu, barışa giden yolun ilk adımıdır. Bunu en çok da biz kadınların mücadelesi belirleyecektir. Çünkü savaşın en ağır bedelini yaşayan biz kadınlarız. Bunun karşısında onurlu barışı inşa edecek öncü güç de bu ülkedeki kadınlar ve gençlerdir. Çağrımız tüm kadınlaradır: Gelin, hep birlikte onurlu barış etrafında kenetlenelim, özgür ve eşit yaşamı hep birlikte inşa edelim. 23 yıldır tüm politikalarını kadınların haklarını ve kazanımlarını gasp etmek üzerine kuran bu düzene karşı, kadın özgürlük mücadelemizi yükseltelim.   Pınar Gültekin kararı derhal geri çekilmelidir   Bu ülkede, siyasi iktidar eliyle yürütülen hiçbir politika savaş siyasetinden bağımsız değildir, dedik. Bizler, bu siyaset karşısında mücadelemizi daha da büyütmek zorundayız. Çünkü sessiz kaldığımız her an, yaşamlarımızdan çalınıyor.   Bakın, 2024 yılında 394 kadın cinayeti işlendi, 259 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. 2024’te kadınları öldüren en az 724 fail vardı. Ancak bunlardan sadece 304’ü tutuklandı. Bu ülkede, 111 kadın boşanmak istediği için katledildi. Peki, bu cinayetleri önlemek için iktidar ne yaptı? ‘Kadına yönelik şiddeti nitelikli suç hâline bizim iktidarımız getirdi.’ diyenler, bu suçu işleyenlerin nasıl iyi hâl indirimlerinden faydalandığını, ‘canavarca his barındırmıyor’ denilerek Pınar Gültekin’in katiline haksız tahrik indirimi uygulayan yargısını anlatmıyor.   Pınar Gültekin’in katiline verilen müebbet hapis cezası, bu iktidara bağlı yargı eliyle bozuldu. Onu katleden fail, ‘haksız tahrik yok’ denilerek bu ülkenin yargısı tarafından korundu. Failleri cezasızlık politikalarıyla güçlendiren, kadın katliamlarını meşrulaştıran bu karar derhâl geri çekilmelidir.   Sizin işiniz kadınların nafaka hakkını gasp etmek değil   111 kadın boşanmak istediği için katledilirken, bu iktidar boşanmayı zorlaştırmak için her türlü girişimde bulundu. Yakın zamanda kamuoyuna yansıyan nafaka hakkına dair bilgiler de bunun en açık göstergesidir.   İyi bilinsin ki iktidar, şiddet gördüğü için boşanmak isteyen kadınlara ‘ya ölüm ya da parasızlık, açlık’ dayatmaktadır. Her gün en az bir kadının erkekler tarafından katledildiği Türkiye’de, sadece boşanmak bile bir kadın için öldürülme sebebi olabiliyorken, iktidarın yapması gereken kadını korumaktır; kazanımlarına göz dikmek değil. Sizin işiniz, kadınların nafaka hakkını gasp etmek, boşanmayı zorlaştırarak kadınları katliama terk etmek değil, kadınların yaşamlarını korumaktır.   Bakın, ısıtıp ısıtıp gündemimize getirdikleri yargı reformları adı altında yine kadınlar hedef alınıyor. Boşanma davalarında arabuluculuk sistemini yeniden gündeme getirdiler. Oysa İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet vakalarında zorunlu arabuluculuk uygulamasını yasaklıyordu. Hem nafaka hem de arabuluculuk tartışmaları, İstanbul Sözleşmesi’nin neden feshedildiğini açıkça göstermektedir.   Toplumsal cinsiyet eşitliğinin olmadığı, her yıl yüzlerce kadının sırf kadın olduğu için katledildiği, kadın yoksulluğunun derinleştiği bu ülkede, arabuluculuk sisteminin getirilmesi kadınları, şiddetin çeşitli formlarını gördükleri evliliği devam ettirmeye mahkûm etmektir. Kadınları haklarından vazgeçmeye zorlamak ve şiddetin başka bir boyutuna mecbur bırakmaktır. Bu düzenlemeleri asla kabul etmeyeceğiz.   Kadınlar ailede katledilirken aile yılı ilan edildi   2025 yılı ‘Aile Yılı’ olarak ilan edildi. Hâlihazırda kadınlar, bahsedilen bu aile yapıları içinde katledilirken, ısrarla ‘aileyi korumak’ ve ‘refahını yükseltmek’ gibi tanımlamalar yapılması, açılan bu kurumların kadınların lehine bir şey sunmayacağının en açık göstergesidir.   Buradan soruyorum: Kadınlar, bahsedilen bu aile içinde her türlü sömürüye ve ezilmeye maruz kalırken, eşitsizliği ortadan kaldırmak yerine, bu tür uygulamalarla eşitsizliğin ve şiddetin derinleştiği açıkça görülüyorken, ailenin refahını nasıl besleyeceksiniz?   Eğer bir araştırma yapılacaksa, eğer bir politika üretilecekse, bu şiddeti beslemek üzerinden değil; bu kurum içinde kadınlar neden katlediliyor, bu katliamın önüne geçmek için ne yapılmalı, nasıl politikalar üretilmelidir sorularına odaklanarak yapılmalıdır. Odaklanılması gereken asıl mesele budur. Kadınların bu toplumun öznesi olduğunu kabul etmek ve politikaları, toplumsal cinsiyet eşitliğini güçlendirmek üzerine inşa etmek zorunluluktur.   Kadının çalışma yaşamında olmadığı bir aile istiyorlar   Nüfus planlaması her ülkenin gündemindedir. Ancak bu ülkede yapılan planlama, çocukların yaşam güvenliği üzerinden değil, sadece nüfusun artışı üzerinden yapılmaktadır. Kadına yönelik şiddetle mücadeleye dair tek bir veri yokken, doğurganlık ve nüfus gibi konularda yıllardır ezbere okunan bir veri kaynağı sunuluyor.   Öncelikle, kadınların kaç çocuk doğuracağına ya da doğurmayacağına iktidar karar veremez. Kadınlar, kaç çocuk doğuracağına veya doğurmayacağına kendileri karar verir. Bu karar kadına aittir. Yoksulluk ve işsizlik nedeniyle mevcut çocuklarının karınlarını dahi doyuramazken, iktidarın derdi ‘Nüfus neden azalıyor?’ sorusundan ziyade ‘Bu çocukların yaşamlarını ve gelişimlerini nasıl güvence altına alırız?’ sorusu olmalıdır.   Planlanan şey bellidir: Kadının çalışma yaşamında yer almadığı bir aile düzeni istiyorlar. Kreş hakkına dahi göz dikerek, ‘Belediyeler kreş açamaz.’ diyerek kadınları evlere kapatmanın her türlü yolunu araştırıyorlar. Kadınlar sağlık hakkına bile ücretsiz erişemezken, konuyu sadece doğurganlığa indirgemek, kadınları daha fazla yok saymaktır.   Kadın örgütlülüğümüzü büyüteceğiz   Kadın örgütlülüğümüzü büyüterek, bu ülkede özgür ve eşit yaşamın kapılarını hep birlikte aralayacağız. Bizler günlerdir alanlarda, meydanlarda, sokaklarda ve panellerde sesimizi, sözümüzü örgütlüyor; onurlu barıştaki ısrarımızı vurguluyoruz. Bu kararlılık ve inançla yolumuza devam edeceğiz.   Kadın yoksulluğuna ve işsizliğine karşı dayanışmayı büyüterek direneceğiz. Kayyım siyasetine karşı, kadın iradesinin etrafında kenetleneceğiz. Tecridi kaldırarak, savaş siyasetine karşı onurlu barışı hep birlikte inşa edeceğiz. Ve mutlaka ama mutlaka kazanacağız.”