Candan Göz: Bursa'nın yok oluşuna tanıklık ettik

  • 09:08 4 Ocak 2024
  • Ekoloji
 
Habibe Eren 
 
BURSA - Bursa’da alarm veren hava kirliliğine dair “Bursa’nın yok oluşuna tanıklık ettik” diyen Bursa Su Kolektifi üyesi Candan Göz, “2002 yılına kadar Türkiye çapında 138 OSB varken, 2022'de 378'e yükseldi; 2002 yılında 12 bin 800 olan fabrika sayısı 2022'de 74 bin 200 oldu. Yeni parsel alanları ve sanayi bölgeleri yatırımları da devam ediyor” dedi.
 
Yüzyıllardır suyu ve yeşilliği ile nam salmış ve doğası ile anılan Bursa uzun yıllardır kötü kentleşme nedeniyle hem betonarme bir kente hem de silueti yeşilden griye çaldı. Türkiye’de en fazla Organize Sanayi Bölgesi’nin bulunduğu kentte, üretimde olan yüzlerce fabrikanın zehirli atıkları nedeniyle hem havası hem de suyu kirleniyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 2013 yılında hava kirliliğini kansere yol açan etmenler listesine alırken, hava kirliliğinin özellikle akciğer kanserine neden olduğunu ve mesane kanseri riskini artırdığını açıklamıştı.  Geçtiğimiz yıllarda yapılan bir araştırmaya göre, Bursa için hava kirliliğinin yol açtığı erken ölümler tahmin edilmiş ve 2017 yılında hava kirliliğinin Bursa’da 3 bin 98 kişinin erken ölümüne yol açtığı hesaplanmıştı. Çarpık kentleşme, endüstrileşme, nüfusun artması, yanlış tarım politikaları ve insanı ve doğayı yok sayan politikalar nedeniyle hava kirliliği kentte giderek artarken söz konusu yok oluşa dair bir bilinçlenme de söz konusu değil. 
 
Bursa Su Kolektifi üyesi aynı zamanda Tehlikeli Madde Güvenlik Danışmanı Candan Göz ile hem hava kirliliğine hem de kirliliğe neden olan etmenlere dair konuştuk.
 
* Bursa’nın Türkiye’nin havası en kirli kentlerden biri olduğunu biliyoruz. Öncelikle hava kirliliği nasıl ölçülüyor?
 
Çevre Mühendisleri Odası’nın 2020 yılında yayınladığı bir rapor vardı, bu raporda Türkiye'de 75 milyon insanın kirli hava soluduğu yazıyor. Hava kirliliğinin insan sağlığı üzerinde çok olumsuz etkileri var. Kansere, üst solunum yolları hastalıklarına, astım, alerji, depresyona sebep olabiliyor. Önce ne ölçüldüğüne bakalım. PM10 ve PM2.5, SO2 (Kükürtdioksit), NO2 (Azotdioksit) , NOx (Azotoksit) ve O3 (Ozon) ölçümleri yapılıyor. PM demek partikül maddeler demek. Havada asılı kalan son derece küçük katı partikülleri ve sıvı damlacıkları tanımlayan bir terim.
 
PM 10 saç telinin 5-7 kat daha küçük parçacıklar boğaz ve burundan geçip akciğerlere girebiliyorlar ve kalbi, akciğerleri etkileyebiliyorlar.  PM2.5 ise saç telinin 20-28 kat kadar küçükler. Bu partiküller o kadar küçük ki, akciğerlerin derinliklerine ve kan dolaşımına geçebiliyor ve diğer organları etkileyebiliyor. Özellikle yağışsız, rüzgârsız sakin havalarda bu oranlar yükseliyor. PM10 ve PM2.5 kirliliği artıkça partiküller, virüsleri daha fazla tutma potansiyeli olduğu için enfeksiyonları taşıyor.
 
Türkiye’de 257 istasyondan sadece 138 istasyonda PM2,5 ölçümü yapılıyor, ancak 138 istasyonun 41‘i 2019 yılında ölçüm yapmamış. Güvenli veri alımı olan istasyon sayısı sadece 48. Zaten Türkiye’de PM2,5 Yönetmeliği de yok. Alt-üst sınır değerleri tanımlanmamış. Oysa en çok virüs, PM2.5 kirleticiler üzerinde tespit edilmiş ve bu partiküller çok küçük olduğu için akciğerlerdeki oksijen döngüsünü sağlayan hava keselerine (alveol) kadar ulaşıyor. Oradan kılcal damarlara kadar girip dağılabiliyor.
 
Bursa’da Kültürpark, Beyazıt Caddesi, Kestel, İnegöl, Uludağ Üniversitesi, Nilüfer ve Gürsu’da ölçüm istasyonları var. Raporlarda hava kirliliği; ölçüm istasyonlarının çoğu yol kenarlarına yakın olduğu için odun - kömür yakılması ya da trafiğin yarattığı kirlilik olarak tanımlanıyor.
 
* Peki bu ölçüm istasyonları sanayideki tehlikeli maddelerin yarattığı kirliliği ölçebiliyor mu?
 
Covid-19 sürecinde hava kirliliğinde geçici bir düzelme olmuştu. Bursa için konuşmak gerekirse en büyük sebebi, trafik yoğunluğunun azalması diyebiliriz. Bursa’da insanlar toplu taşıma kullanmıyorlar. İnsanlar kapısından alınsın kapısına bırakılsın istiyor. İnsanlar tek kişi, tek kişi araçlarla yola çıkıyorlar ve trafik kilitleniyor. Yoğun bir hava kirliliği oluşuyor. İşte bunlar PM10 derecesini yükseltiyor. Bursa’ya doğalgaz ilk defa 1992 yılında geldi. Bu zamana kadar ciddi bir hava kirliliği sorunu vardı. Biz elimizi yüzümüzü yıkarken çıkan siyahlığa hayret ederdik; bazen açık havada gözlerimiz yaşarırdı. 1992’de doğalgaz evlere gelince 2000’li yıllara kadar hava kirliliğinde belli bir miktar düşüş yaşandı ancak sanayide kullanılan gazların yarattığı kirlilik de ayrı bir sorun.
 
Bursa’da akşam altıdan sonra özellikle 23.00’den sonra sanayide bacalar açılır İnegöl’den inerken Barakfakih üzerinde gri bulutu her zaman görürsünüz. Bunları ölçen bir sistem yok. Bursa, PM10’da rekorlar kırarken Ozon hariç Kükürtdioksit, Azotdioksit ve Azotoksit’te Türkiye’nin en kirli illeri içinde yer alıyor. Ben Tehlikeli Maddeler Güvenlik Danışmanı olarak ölçüm yapılan değerlerin fosil yakıtlara bağlı olduğunu görünce aklıma 99 depreminde AKSA’dan yayılan Akrilonitril denilen son derece zehirli bir gaz olan kimyasal geldi. Acaba AKSA şirketinin dibinde bu ölçüm istasyonları olsa havayı temiz mi gösterecekler diye sordum kendi kendime
 
Yaptığım araştırmalarda gördüm ki Ozon, Kükürtdioksit, Azotdioksit ve Azotoksit hepsi ayrı bir kit ile ölçülüyor. Yani akrilonitrili ölçecek bir kit elinizde yoksa havayı temiz gösterme olasılığı olduğunu tespit ettim. Havada bulunan tehlikeli maddelerin oranı dünyada ölçülüyor mu? Bunlar halka duyuruluyor mu? Bilmiyorum. Ama benim tespitlerime göre havanın içinde yer alan tehlikeli maddeler ancak partikül seviyesinde zehirli olup olmadığı ayrıştırılmadan ölçülüyor. Oysa biraz önce dediğim gibi PM 10 ya da 2,5 seviyesinde bu partiküllere tutunmuş tehlikeli maddelerin kanımıza kadar girme olasılığı yüksek.
 
“Ülkenin havası zehirlendi, sonuç kanser, kısırlık, hastalıklar… 2000 sonrası doğan çocukların yüzde 80’inden fazlası alerjik reaksiyonlara sahip. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler dahi bu acıları çekiyor.”
 
* Buna rağmen her geçen gün sanayi ve fabrika sayısı artıyor. Bu durum neye yol açıyor? Açıklayabilir misiniz?
 
Bursa’da TEKNOSAB dahil 18 tane sanayi bölgesi var. Bunu 23’e çıkaracaklar 5 tane de ihtisas sanayi bölgesi var. Onları da OSB yapacaklar. Sanayi bölgesi denilen yerler devasa alanlar zaten. Ancak bir de mahalle içlerinde 8 binden fazla fabrika var. Bu fabrikalarda ne yakıldığını bilmiyoruz.
 
Aslında egemenler uzun yıllar kömür yardımlarıyla hava kirliliğinin artmasına neden oldu. Sadece bununla kalmadı. İlk defa Büyükorhan’a giderken görmüştüm termik santral bacasından çıkan şiddetli dumanı. Bu nasıl bir şey diye sorduğum zaman arkadaşlarım devletin verdiği yetkiye dayanarak filtre çalıştırmıyorlar demişti. 2013 yılında devletin elindeki tüm termik santraller yanılmıyorsam 18 tane termik santral özelleştirildi. Bu özelleştirme sırasında bazılarının filtreleri yeni yapılmıştı. ‘2019 yılına kadar filtreleri sağlıklı hale getirin’ dediler ve filtresiz çalıştırma konusunda geçici yetki verdiler. Bu geçici yetki tam 4 kere uzatıldı. Bunu duyanlar, çalışan filtreleri dahi çalıştırmadı. 2013 yılından 2020 yılına kadar pek çok termik santralde filtreler çalıştırılmadan çalıştırıldı Sonra Cumhurbaşkanı bir veto verdi devamını izleyemedim.  Ülkenin havası zehirlendi, sonuç kanser, kısırlık, hastalıklar… 2000 sonrası doğan çocukların yüzde 80’inden fazlası alerjik reaksiyonlara sahip. Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın diyenler dahi bu acıları çekiyor.
 
“2002 yılına kadar Türkiye çapında 138 Organize Sanayi Bölgesi (OSB), 2022'de 378'e yükselirken; 2002 yılında 12 bin 800 olan fabrika sayısı 2022'de 74 bin 200 oldu. Yeni parsel alanları ve sanayi bölgeleri yatırımları da devam ediyor. OSBÜK verilerine göre inşası devam eden fabrika sayısı 5 binin üzerine çıktı”
 
* Sanayileşmenin yanı sıra çarpık kentleşmenin de kentin her yerine yayıldığını söyleyebiliriz. Aslında hepsi birbiri ile bağlantılı durumlar. Buna dair neler söylemek istersiniz?
 
Benim ailem 3 kuşaktır Bursa’da yaşıyor ben de doğma büyüme buralıyım. Ben çocukken 80'li yıllar, Teleferik’te yamaçtan baktığımız zaman evleri sayardık 20’yi geçmezdi. Son 20 yıldır inanılmaz bir şekilde inşaat ile büyüme hevesi başladı. Şimdi Bursa'ya baktığımız zaman beton tarlalarını görüyoruz. Yakın zamana kadar mezarlıklar yemyeşil ağaçları ile belli olurdu. 20 yıl içinde mezarlıkları dahi taşıdılar, ağaçları kestiler oralara dahi ev yaptılar ama hiçbir şehir kuralı göremezsiniz. Ne sokak belli ne yön belli ne insanların nerede oturduğu belli. Karmaşanın, keşmekeşin içinde… Türkiye'de ilk sanayi bölgesi 1966 yılında yani 57 yıl önce Bursa’da kuruluyor. Bursa’da tarım kentiydi ipek işçiliği yapıyorlardı ancak Bursa yemyeşildi. Benim dedemler de tarım yapıyordu bir ekerdin aynı üründen üç mahsul alırdın. Yeni tohum atmana gerek kalmayan bir bereketliliğe sahipti. Çoğumuz Bursa’nın yok oluşuna tanıklık ettik aslında. 2002 yılına kadar Türkiye çapında 138 Organize Sanayi Bölgesi (OSB), 2022'de 378'e yükselirken; 2002 yılında 12 bin 800 olan fabrika sayısı 2022'de 74 bin 200 oldu. Yeni parsel alanları ve sanayi bölgeleri yatırımları da devam ediyor. OSBÜK verilerine göre inşası devam eden fabrika sayısı 5 binin üzerine çıktı. Buna mahalle aralarındaki 8 bin fabrikayı katmıyorum. Şimdi düşünün yasal süreçlere uyulsa, halk sağlığı, çevre sağlığı ve doğal yaşamı korumak söz konusu olsa 80 yılda yapılan fabrika-OSB sayısı, 20 yılda 2-3 katına çıkabilir miydi? Bugün Türkiye’de sermayeyi önceleyen; doğal yaşamı yok sayan vahşi kapitalizm uygulanmaktadır. Kurallar yok sayılarak, görmezden gelinerek, büyüyeceğiz diye kendimizi yok ettik. Ağacın kökünü kesmesi gibi bir şey bu. Biz kökümüzü kurutuyoruz hep birlikte. İnsanlar zehirli gazları teneffüs ederek uyuyor. Bütün gün evde kalan bir kadın sigara içmiyor, spor yapıyor, sağlıklı besleniyor ancak kansere yakalanıyor. Bu hava kirliliğinden kaynaklanıyor. Para kazanmak adına geleceğimizi yok ettik. Köylü yaşamak için kente göç etmeye zorlanınca öylesine kalabalık bir nüfusa ulaştık ki kolunu çarpmadan yolda yürüyemez hale geldik. Genellikle fabrikalar 3 vardiya çalışıyor her yerde insan seli var. Biz aslında kafamızı gömdük, hayatta kalmak için sadece çalışıyoruz bize verilen para yeter mi, geleceğimiz nereye gidiyor, kanser mi oluyoruz, insanlar, doğamız mı yok oluyor, çocuklarımız nerede yaşayacak? diye düşünen çok az sayıda insan var. İnsanların çoğu bugünü kurtarmayı düşünüyor.
 
“Sermaye korkmasın diye hiçbir sağlık verisine ulaşamıyorsunuz. Geçmişten kalmış kırıntılarla yol bulmaya çalışıyoruz. Çünkü eğer bunları insanlar öğrenirse diyecekler ki sanayi kentlerinde yaşıyorsak bunun bir bedeli olması lazım. Ya da Sanayi Bölgeleri ile Yerleşim Alanlarının birbirinden uzaklaştırılması için baskı kuracaklar vs.”
 
* Siz aynı zamanda tehlikeli maddeler güvenlik danışmanısınız, fabrikalardaki tehlikeli maddelerin hava kirliliğinde ve insan bedeni üzerinde nasıl etkileri var?
 
Evet asıl hedefim de sanayi bölgelerindeki hava kirliliğinin yarattığı sonuçlar. Aslında artık hiçbir şekilde sağlık istatistiklerine ulaşamıyoruz. Ancak 2014 yılındaki verilere göre Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) dünya genelinde kanserden ölümlerin oranı yüzde 16 olarak belirtiliyor; yani her 6 ölümden birinin nedeni kanser. Türkiye genelinde ise her 8 ölümden birinin nedeni (yüzde 13) kanser. Ancak sanayi merkezi Kocaeli Dilovası bölgesinde (yüzde 37) her üç ölümden birinin nedeni kanser. Bu da sanayi bölgeleri – hava kirliliği- kanser ilişkisini yeterince net gösteriyor bence. 17 Aralık 2023’de Tehlikeli Maddeler ve Deprem panelimizde de işlediğimiz gibi sanayi bölgeleri ile yerleşim alanlarının iç içe geçmiş olması büyük tehdit. Tehlikeli Maddelerin PM2,5’dan bile alt seviyede halleri var. Kaldı ki ben partikül maddelere tutunmuş Tehlikeli Maddelerin vücudumuza girdiği kanaatindeyim. Bence en önemli etki PM denilen partiküllere tutunan ve sürekli solumak zorunda kaldığımız tehlikeli maddeler. Yani hava kirliliği. Vücudumuza aldığımız tehlikeli maddeler bizim genetik yapımızı etkiliyor, artık kanser grip gibi çok fazla yaygınlaştı. Bir yandan tüp bebek merkezleri giderek artıyor, çünkü insanlar kısırlaşıyor. Bunun genetik yapımızla, hava kirliliği, GDO’lu ürünler ya da kimyasallarla kirlenmiş ürünleri tüketmek vs. pek çok etmeni var. Bunlar testlerle deneylerle ortaya konuluyor. Fareler üzerine yapılan deneylerde GDO’lu beslenenlerin dört kuşak ileriye gidemediğini görüyoruz. Çok fazla etmen var ancak çoklu değer analizi yapan hiçbir yer yok. Zaten Türkiye’de kanser araştırılması yapılmasına da izin verilmiyor. İstatistiklere baktığınız zaman Sermaye korkmasın diye hiçbir sağlık verisine ulaşamıyorsunuz. Geçmişten kalmış kırıntılarla yol bulmaya çalışıyoruz. Çünkü eğer bunları insanlar öğrenirse diyecekler ki sanayi kentlerinde yaşıyorsak bunun bir bedeli olması lazım. Ya da Sanayi Bölgeleri ile Yerleşim Alanlarının birbirinden uzaklaştırılması için baskı kuracaklar vs.
 
“Gelişme illa sanayi ile olacak değil. Gelişme aynı zamanda organik tarımla, kültürel mirasla temiz enerji ile olur. İlla HES’lere, termik santrallere yatırım yapmanız gerekmiyor. Bütün kuralları ve hatta halkımızı yok sayarak büyüyoruz. Ne pahasına olursa olsun büyüyoruz! Ben buna vahşi kapitalizm diyorum, bu şekilde gidemez”
 
* Tüm bu yaşadıklarımız karşısında bir farkındalık geliştiğini düşünüyor musunuz?
 
Bu ülkenin müthiş bir iklim yapısı var. Verimli toprakları var. M.Ö’den beri süregelen çok ciddi bir kültürel miras var. Bu kadar bereketli ve yeşili bol alanları yok ederek yer üstündeki zenginlikleri de yok ediyoruz. 1980’lerin sonuna kadar organikti her şeyimiz 80’lerden sonra dejenere olduk. Gelişme illa sanayi ile olacak değil. Gelişme aynı zamanda organik tarımla, kültürel mirasla temiz enerji ile olur. İlla HES’lere, termik santrallere yatırım yapmanız gerekmiyor. Bütün kuralları ve hatta halkımızı yok sayarak büyüyoruz. Ne pahasına olursa olsun büyüyoruz! Ben buna vahşi kapitalizm diyorum, bu şekilde gidemez. Bir beyaz tişört üretilirken 500kg temiz su kaynağını kirlettiğini bilsin herkes. Renklilerde bu oran daha da artıyor. Rahatlamak için alışverişe gidiyorlar. Tüketim toplumuna çevrildik, tüketmeliyiz ki sanayi daha çok üretsin. Bunun için de reklamlarla ‘ye, iç tüket’ ‘daha iyi giyin’ ‘bir giydiğini bir daha giyme’ diye zorluyorlar. Her şey çöpe gidiyor ve o çöpler dağlar gibi birikiyor. Stokçuluk yapmak zorunda değiliz, doğada stokçuluk yapan hayvan çok az onlarda minimum stoklar yapıyorlar kışı geçirmek için. Gerçekten insanların bir çember çizip dışarıdan kendilerine bakmalarını istiyorum. Biz nereye gidiyoruz? Biz ne kadar hasta oluyoruz? Neden bu kadar acı çekiyoruz? bunların hepsine değer mi? Değişim insanın kendisinden başlamalı. Değişim değeri kendilerinde yatıyor.
 
* Son olarak buna karşı nasıl bir mücadele gerekli?
 
Dünyadaki her şey birbiri ile ilişkili. Kanat çırpan bir kelebek gibi son derece küçük sapmaların kasırgalara sebep olduğunu keşfettiler. Buna kelebek etkisi dediler. Birinin gülümsemesi o günün iyi geçmesine sebep olabiliyor, birinin de karamsarlığı, kötülüğü hırsları yüzünden insanlar farklı noktalara gelebiliyor. O yüzden her şeye önce kendimizden başlayalım. Biz meydanlarda insanlar bulamıyoruz. Ne zaman bir basın açıklaması bir yürüyüş yapmak istesek etrafımız boş. Şu an Uludağ da 20 milyon metrekarelik alan yapılaşmaya açıldı. Üstelik CB istediği kadar genişletebilir bu alanı… Bursa'nın hava kanallarını tıkıyorlar. Hava kanallarının tıkanması demek zehirlenmemiz demek. Önce biz bu hırslarımızdan vazgeçelim.
 
Endüstriyel faaliyet bölgeleri kontrolsüz ve denetimsiz. Türkiye'nin en büyük handikapı burada. Türkiye’de yasalar uygulansa, denetim mekanizması olsa aslında yeni yasa yapmaya gerek yok.  Ama bugün ülkede çıkarlar doğrultusunda sürekli değişen yasalarla karşılaşıyoruz. Artık olan her şey bize normal geliyor. Herkesi makul göre göre ahlaki değerlerimizi ve özümüzü kaybediyoruz, geçmişimizi kaybediyoruz. Bu yüzden yapmamız gereken de kendimizden başlayarak değişimi başlatmak. Gördüğümüz yanlışları raporlamak, bildirmek ve doğrunun yapılmasını istemek. Sivil Toplum Kuruluşları ya da demokratik derneklerde örgütlenerek topluma doğru bilgiler aktarmamız gerekiyor. Bugün Avrupa'da bir vatandaş 7-8 dernekte birden faaliyet gösterebiliyor ancak bizim ülkemizde insanlar tepkilerini koymada, örgütlenmekte yer almıyorlar. Sorunlara karşı kayıtsız kalıyorlar. Dediğim gibi değişim insanın kendisi ve çevresiyle başlar. Önce biz doğrudan güzelden yana değişeceğiz ki dünya da doğrudan güzelden yana değişsin.