‘Eşitlikçi, özgürlükçü ekolojik anayasalar geliştirmeliyiz’

  • 09:04 21 Ekim 2023
  • Ekoloji
 
 
 
Öznur Değer
 
ŞIRNEX - Kurdistan ve Türkiye’de büyüyen ekolojik kırıma dair konuşan Deniz Yıldızı Kadın Dayanışma Derneği üyesi Nilüfer Sayılan, ekolojik tahribat ve felakete dönüşen doğa olaylarından en çok kadınların etkilendiğini ifade ederek, “Türkiye’de, Kürdistan’da ve bütün dünyada doğa hakkını tanıyan, eşitlikçi, özgürlükçü ve adil ekolojik anayasalar geliştirmeliyiz” dedi.
 
AKP-MHP iktidarının yaşamın her alanında yarattığı krizlerin yanı sıra ekolojik kriz de giderek büyüyor. Kurdistan’dan Türkiye’ye yaşam alanlarını ranta açan iktidar, ekolojik kırımı derinleştiriyor. Cudî’de aylarca aralıklarla süren orman yangınlarına müdahaleyi engelleyen iktidar, Akbelen’de ise ormanları ranta peşkeş çekiyor.
 
 Ekolojik yaşamın önemi ve iktidarın ekolojiye, doğaya yönelik saldırılarına ilişkin Deniz Yıldızı Kadın Dayanışma Derneği üyesi Nilüfer Sayılan değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Sanayinin gelişmesiyle sermaye çağına girdik’
 
Dünyanın altı kere buzul çağı atlattığını ve gezegendeki türlerin yüzde 80’i ile yüzde 96’sı arasındaki türün kaybolduğunu kaydeden Nilüfer, “Yeni bir yok oluş olarak yedinci yok oluşa girdik. Bu yok oluş hızla ilerliyor. 1890’larda sanayinin gelişmesiyle beraber kapitalosen dediğimiz sermaye çağına girdik. Bu yok oluş hep vardı ama artık bunu insan eliyle yapıyoruz. Hayvanlara, ağaçlara, dağlara, taşlara her yere tahakküm etmeye başladık ve artık dünya üzerinde geri dönülmez bir şekilde bir tahribata yol açtık. Dolayısıyla nefes alacak yaşamımız kalmayacak. Mars’a gitme hayalimiz olsa bile hala tek gezegenimiz var” şeklinde konuştu.   
 
‘Eril düşünce ve tahakküm ilişkileriyle ekolojik tahribata yol açıyoruz’
 
İnsanın kendine konfor alanı yarattığını söyleyen Nilüfer, açgözlülük ile bu konfor alanının genişletmeye ve sürdürülmeye çalışıldığına vurgu yaptı. Nilüfer, “Çok konforlu bir alan yarattık ve bu konfor alanından çıkmak istemiyoruz. Bireysel olarak durum böyle ama daha sistemsel olarak eril düşünce yapısı ve açgözlülük. Sistematik bir şekilde gezegenimizi yok eden, ekolojik karbon ayak izimizi büyüten ve tahribatlara yol açan bir mantık var. Doğadan kopuşumuz, sistematik olarak yatay evlerden büyük apartmanlara, binalara geçişimiz, doğayla ilişkimizin kesilmesi gibi birçok faktörle doğayla, ekolojiyle bağımızın sistematik olarak koparılması ve eril düşünce ve tahakküm ilişkileriyle konfor alanımızı genişletmemizden dolayı sürekli bir ekolojik tahribata yol açıyoruz. Ekoloji tahribatı, dünyada var olan bütün eşitsizliği daha fazla derinleştiriyor. Aslında konfor alanı yaratıyoruz derken kendi hayatımızı daha da daraltıyoruz. Henüz bunun bilincine varmadık” sözlerine yer verdi.     
 
‘Yeşil yok edilip betonlaşmaya gidiliyor’
 
Nilüfer, mevcut sistemin kendisinden sonra kimse yaşamayacakmış gibi sürdüğünü ve doğayı tükettiğini ifade ederken, “Kendisinden sonra gelecek kuşakları kesinlikle düşünmüyor. ‘Her şey şu anda benim önümde, benim konfor alanımda olsun’ istiyor. Dünyadaki küreselleşmenin sınırsızlaştırılması, kapitalizmin sınırsızlaşmasıyla beraber AKP-MHP yönetimi, buraya kayyım atamaları gibi şeylerle sistemsel olarak yeşil yok edilip betonlaşmaya gidiliyor. Geri dönüşü olmayacak kadar tahribat verilmeye çalışılıyor doğaya. Bu çok sistematik bir şekilde yapılıyor” dedi.
 
Ana akım medyada Kurdistan’daki doğa talanı yok
 
Doğa arasındaki ayrıştırmaya da dikkat çeken Nilüfer, bütün dünyanın en büyük sorunlarından birinin bu olduğuna işaret etti. Kimsenin doğa ve ekolojik tahribatın yakın olduğunu fark etmediğini dile getiren Nilüfer, “Kürdistan’da olması, Türkiye’de olması ya da İran’da, Kanada’da olmasının hiçbir farkı yok. Doğa tahribatı hepimizi her koşulda etkiliyor. İran’daki bir tuz gölünün iyice kurumuş olmasından dolayı esen rüzgarlarla Türkiye’ye taşınan, özellikle Kürdistan bölgesine taşınan tuzlar buradaki tarım verimliliğini azaltıyor. Yakında gıda güvenliği sorunu çıkacak. Dolayısıyla sistematik bir şekilde, sosyal medyada ve basında, ana akım medya dediğimiz yerlerde Kürdistan’daki doğa tahribatından çok fazla haber almıyoruz. Bu konuyla özel olarak ilgisi olmayan insanların haberi olmuyor. Ama halbuki Akbelen maden direnişiyle Hakkari’deki maden sahası aynı. Hakkari’de 58 maden sahası var ve bunların sadece 12’si ruhsatlı. Bunun için de büyük bir direnişin örgütlenmesi gerekiyor. Hem yerel halkın sahiplenmesi hem de bütün Türkiye’deki ortak kamuoyunun buna tepki göstermesi gerekiyor” ifadelerini kullandı.
 
‘Kadınların birlikte mücadele vermesi çok önemli’
 
İklim krizi ve doğa tahribatından en çok kadının etkilendiğini vurgulayan Nilüfer, “Örneğin kadınlar küçük bir bölgede veya turistik bir bölgede geçimlik ekonomilerini sağlıyorlar. Turistik bir göl etrafında tezgah açıp el işi, yemek gibi bir şeyler satarak ekonomilerini sağlamaya çalışıyorlar ama o göl kurudu ve o köy boşaldı. Kadınlar zaten güvencesiz işlerde çalışıyor ve o geçim olanakları da ellerinden gitti.  Bunun yanı sıra bizim insan eliyle var ettiğimiz iklim krizinin etkileriyle oluşan ve afete dönüşen seller var. Evler boşaltılıp insanlar evlerinden olduğunda çocuk bakımı, yaşlı bakımı, engelli bakımı gibi bakım yükümlülüğü yine kadında kalıyor. Dolayısıyla afetten, felaketten kadın yine daha çok etkilenmiş oluyor. Kadın bunun bilincinde. Dolayısıyla ekolojik tahribat konusunda en önde mücadele veren yine kadınlar. Kadınların birlikte mücadele vermesi çok önemli. Her bölgede kadınların birbirlerine destek vermesi ve seslerini yükseltmeleri çok önemli” diye belirtti.
 
‘Ekolojik anayasalar geliştirmeliyiz’
 
Ekolojik yaşamın mümkün olduğunu vurgulayan Nilüfer, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Ekolojik bir yaşama, karbon ayak izlerimizi küçülterek başlayabiliriz. Küçük adımlarla işe başlayabiliriz. Çok bireysel olarak su tasarrufu yapmak, yemek israf etmemek, kadın bütüncül düşüncesini herkese yaymak,  yeniden üretmek, tüketim çılgınlığından uzaklaşmak gibi bireysel şeyler yapmakla beraber aynı zamanda örgütlü bir şekilde doğanın haklarını da savunmak zorundayız. Türkiye’de, Kürdistan’da ve bütün dünyada doğa hakkını tanıyan, eşitlikçi, özgürlükçü ve adil ekolojik anayasalar geliştirmeliyiz.”