Hevsel’deki çeşitlilik tehlike altında

  • 09:04 14 Ekim 2023
  • Ekoloji
 
 
AMED - UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Amed Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin, "Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi"ne alınmamasına dair konuşan Nurşin Aslaner Esen, Hevsel’in endüstriyel tarıma açıldığına dikkat çekerek, bu durumun ciddi risk yarattığını kaydetti.
 
UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan Amed Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin “Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi”ne alınması için UNESCO tarafından hazırlanan taslağın, Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yaptığı toplantıda kabul edilmediği duyurulmuştu. Amed Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin listeye alınmamasına dair Ekoloji Derneği üyesi Nurşin Aslaner Esen değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Mahalleler dümdüz edildi’
 
Nurşin, Amed Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin 2015 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alındığını hatırlatarak, bu varlıkların özgün olmalarından dolayı listeye alındıklarına değindi. Bu nedenle bu yapıların muhafaza edilmesi gerektiğini dile getirirken, bu mirasların korunması için de Amed Büyükşehir Belediyesi bünyesinde UNESCO ile işbirliği içerisinde bilirkişilerden oluşan bir alan yönetimi birimi kurulduğunu ifade etti. Mekanizmanın içinde ayrıca yereldeki sivil toplum örgütlerinin de yer aldığına yer veren Nurşin, “2015 yılında çatışmalar başladı. Yıkımlar oldu. Yıkımlardan sonra oraya girişler yasaklandı ve çatışmadan etkilenen veya etkilenmeyen birçok mahalle herhangi bir kritere bakmadan dümdüz edildi. Buranın sorumluluğunun Kültür Bakanlığı’na ait olması gerekiyordu. Nitekim çatışmadan önce de Kültür Bakanlığı’na aitti ama oradaki yıkımları biraz meşrulaştırmak ve oraya dair planlanan hedefleri ve projeleri kısa bir sürede hayata geçirmek adına bütün yetkiler Çevre Şehircilik Bakanlığı’na devredildi. Dolayısıyla yapılan yıkımlar meşrulaştırıldı. Ve bu yıkımlar yapılırken orada yaşayan halkın evleri de gasp edildi. O alanlar kamulaştırıldı,  insanlar zorla yerlerinden göç ettirildi” şeklinde konuştu.
 
Kayyım ile tahribatlar devam ediyor
 
Yıkım ve tahribatların sadece Suriçi’nde içinde yapılmadığını kaydeden Nurşin, miras varlığı olan surlar ve Hevsel Bahçeleri’nde de aynı uygulamaların görüldüğünü vurguladı. Nurşin, söz konusu bölgede endüstriyel tarıma alan açıldığını belirtirken, bu durumun birçok olumsuzluğu beraberinde getirdiğine değindi. Nurşin, “Örneğin orada kullanılacak zirai ilaçların, tarıma ve toprağa zarar vermesi var. Hevsel’i Hevsel yapan oradaki bitki çeşitliliğidir. Bin yıldır aslında Suriçi Hevsel besleniyor. Zirai ilaçların orada kullanılması ayrıca suyun içine karışması suyun içindeki canlı türüne de zarar veriyor. Onun dışında parseller arasındaki tarım ve ağır yük makinelerinin geçebileceği geniş yollar da açıldı. Geri dönüşümü mümkün olmayan ciddi tahribatlara yol açtı. Bunu yapan aslında kayyımın bizzat kendisi. Kayyımın imar projeleri de kentsel değişim projeleridir. Normalde Diyarbakır surları ve Hevsel Bahçeleri’nin denetiminin alan birimi yöntemine ait olması gerekiyor ama kayyımın gelmesiyle beraber belediye bünyesindeki bu alan birimi dağıtıldı ve kayyım, bütün yetkileri kendinde topladı. Orası tahrip edilip tamamen doğal yapısıyla, dokusuyla alakası olmayan yerler inşa edildi. Hal böyle iken şu anda Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi’ne girme statüsüne geldi” dedi.
 
İnceleme seneye kaldı
 
Yereldeki sivil toplum örgütlerinin ve kişilerin yıkım ve tahribatlara karşı raporlarla ve görsellerle UNESCO’ya başvurarak şikayette bulunduğunu dile getiren Nurşin, bunun üzerine UNESCO’nun da danışman kurumu olan ICOMOS izleme heyetini Amed’e gönderdiğini hatırlattı. Nurşin, devamla şu sözleri kullandı: “Alanda izleme yapmak ve rapor sunmak adına ve geçen yıl Kasım ayında ICOMOS izleme heyeti Diyarbakır Surları için bir gözlem raporu hazırlamaya geldi ve yapılan gözlem sonucunda aslında bu varlıkların acilen koruma altına alınması gerektiğini, ciddi bir tehlike karşısında olduklarını söyleyip ciddi tahribatlar yaşandığını bildiren bir rapor hazırladılar. Geçen 15 Eylül'de Dünya Miras Komitesi tarafından bu konu konuşuldu. Fakat bu varlıklar tehlike listesine alınmadı. Aslında bu Unesco'nun kendisiyle çelişkili olduğunu gösterdi. Ve sonuç itibariyle 15 Eylül'de Bu varlıkların tehlike altındaki listeye girip girmemesi konusu UNESCO dünya mirası komitesinde görüşüldü. Fakat bu karar reddedildi ve güya ICOMOS izleme raporu komiteye geç ulaştığı için yeterince inceleme yapılamadı ve bu yüzden bu karar gelecek yıla ertelendi.”
 
‘Devlet Kürdistan bölgesi diye kritere bakmadan yıkıyor’
 
Kurdistan’ın bu alanları Kürt coğrafyası olduğu için devletin hiçbir kritere bakmadan bu alanları yok ettiğinin altını çizen Nurşin, “Bugün Amed dışında birçok şehrin ormanları yok ediliyor, ağaçları kesiliyor. Bile isteye insanlar yerinden ediniliyor. Bazı bölgeler insanssızlaştırılıyor ve bunlar aslında bilinçli ve sistematik bir şekilde yapılıyor. Aslında çok net bir şey var. O da işte Kürdün kültürüne, coğrafyasına, diline tarihine hatta yaşananlar sonucunda hafızasını da silme yönelik çalışmalar yapılıyor. Egemen sistemler tek tip üzerinden besleniyor. Doğal olarak işte Farklı etnik yapıları işte farklı kültürleri farklı coğrafyaları yok ederek tek bir tip üzerinden kendim varlığını devam ettiriyor. Yani kendi öyle devam etmeye çalışıyor ve bunu sürdürmeye çalışıyor” sözlerine yer verdi.
 
‘Kayyım kendi eliyle tahribatlar oluşturuyor’
 
Nurşin, kayyımın oluşturduğu çeşitli imar ve kentsel dönüşüm projeleriyle tahribatların devam ettiğine dikkat çekti. Nurşin bu sorunların bitmesi adına ve önlemlerin alınması adına şunları sıraladı: “İmar projelerinin ve kentsel değişim projelerinin acilen durdurulması gerekiyor, bu kayyım sisteminin ortadan kalkması gerekiyor çünkü dediğim gibi kayma eliyle yapılan bir şey o yüzden yerel yönetim mekanizmalarını tekrar aktive edilmesi gerekiyor, sit alanın Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan alınıp tekrar Kültür Bakanlığı’na verilmesi gerekiyor, Diyarbakır surları ve Hevsel bahçelerinin denetiminin de tekrar alan birimi dediğimiz o birimin tekrar aktive edilmesi gerekiyor, Suriçi’nde insanlar zorla yerlerinden göçertildi bu yüzden orada sosyolojik tahtibat da oluştu. Yani kültürün taşıyıcısı olan insanlar artık orada değiller o yüzden böyle yeniden bir inşaa sürecinin başlaması gerekiyor. Yereldeki STÖ’lerin ve bilirkişilerin tekrar bu işte söz söyleme hakkına da erişmesi gerekiyor.”