‘Ekoloji savaş politikalarının bir yıkım aracı olarak kullanılıyor’

  • 09:04 26 Eylül 2023
  • Ekoloji
 
Melek Avcı
 
ANKARA - İHD Ekoloji Komisyonu’ndan Tuğba Kahraman, Kurdistan ve deprem bölgesindeki yıkımlara ilişkin, “Ekolojiyi savaş politikalarının bir yıkım aracı olarak kullanıyorlar. Oradaki ekolojik yıkımı savaşın aracı olarak kullanarak, insanları yaşadıkları yerden kopararak yersiz yurtsuzluğa sevk ediyorlar” dedi.
 
İktidarın hem Kurdistan’da yarattığı yıkım hem de deprem bölgesindeki tarım arazilerini ve meraları kamulaştırması, bölge halkının geçim kaynaklarını kaybetmesine ve bölgeden göçertilmek zorunda kalmasına neden olmaya devam ediyor. Özel savaş politikalarının bir aracı olarak da kullanılan ekoloji önümüzde çok ciddi bir mücadele alanı olarak duruyor. Konuya ilişkin İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şube Ekoloji Komisyonu üyesi Tuğba Kahraman değerlendirmelerde bulundu.
‘Akbelen ne kadar bizimse Cudi de bizim’
 
Türkiye ve Kurdistan’daki yıkımların farkında olduklarını söyleyen Tuğba, her gün yeni bir yıkım haberiyle karşılaştıklarını belirtti. Ekolojik yıkımın izlenen savaş politikalarından ayrı olmadığını dile getiren Tuğba, “Bunların hepsi ihlal, hem insan hakları ihlali hem de bütün türleri kapsayan, türlerinde yıkımına neden olan bir ihlal. Buna sessiz kalıyor olmak hepimizin elini kolunu bağlıyor. Bunu işçi mücadelesinden, kimlik mücadelesinden, kadın mücadelesinden daha az değerli görmemek gerekir, çünkü ekolojik yıkım bütün dünyayı kapsadığı için bizi doğrudan ilgilendiren ve haklarımıza müdahale eden bir alan. Bazen popülist yaklaşımlarla da karşımıza çıkıyor; Akbelen’deki, Dikmece’deki direnişe verilen desteği maalesef Kurdistan’da göremiyoruz. Neredeyse 5 yıldır Şirnex’te, Cudi’de, Lîce’de yıkımlar, ağaç kesimi ve yangınlar söz konusu. Akbelen’den Şirnex’e ses olsun istiyoruz ki komisyon olarak bunu dile getiriyoruz. Akbelen ne kadar bizimse Cudi de bizim, Lîce de bizim” sözlerini kullandı.
 
‘Kalekol yapımların olduğu bölgede yıkım daha fazla’
 
Yol ve kalekol yapımının yoğun olduğu bölgelerde özellikle yıkımın olduğuna dikkat çeken Tuğba, “Cudi ve Şirnex’teki devletin izlemiş olduğu oradaki savaş politikalarından dolayı, kalekol yapımları ve yol yapımlarından dolayı ciddi bir ağaç kesimi ve yangınlar söz konusu. Baktığımız zaman kalekolların yoğunluklu olduğu yerlerdeki kesimler çok yoğun ve yangınların çıktığı noktalar da buralara çok yakın. Diğer yerlerdeki ağaçlara çok dokunulmuyor. Aslında bu son 5 yıllık bir süreç. Ekolojik mücadele alanın gelişmesiyle birlikte bizim dikkatimizi çekmeye başladı. Ekolojik mücadele veriyor olmak biraz daha hafife alınan bir durum, çok da önemsenmesi gerekiyorken önemsenmiyor. Sonuç itibariyle yaşadığımız dünyaya sahip çıkmamız, nasıl hayatımıza, haklarımıza sahip çıkıyorsak dünyaya da gerekiyor, ki bu bizim en temel hakkımız. Yaşam hakkını besleyen bir hak bu. Bu yüzden Şirnex’e de aynı şekilde özen gösterilmesi lazım, aynı şekilde ses çıkartılması ve mücadele edilmesi lazım” sözlerini kullandı.
 
‘Birlikte mücadele edilmeli’
 
 
İktidarın doğaya ve yaşam alanlarına yaklaşımının depremde de ortaya çıktığını söyleyen Tuğba şöyle devam etti: “6 Şubat depreminin bize gösterdiği şey aslında iktidarın politik yaklaşımıyla bu yıkımı bile kendi lehine nasıl çevirebildiğini, çıkardığı 126’ncı kararname ile nasıl acil kamulaştırmalar yapabildiğini, insanların geçimini sağladığı tarım arazilerine, orman ve mera alanlarına nasıl çökülebileceğini de kanunlar eliyle gösterdi. Dikmece’de, Hatay’da insanlar asbeste maruz kaldı. Çok ciddi bir kirliliğe maruz kaldılar, nefes alamayacak hale geldiler, yaşam alanlarına molozlar döküldü. Üstüne üstlük tarım arazilerine ve zeytinliklere iktidar kamulaştırma yoluyla el koydu. Bundan dolayı da insanların tamamen bölgeden uzaklaşması ve orada yaşamlarını devam ettirememesi durumu oluştu ama orada da direnen ve geri döneceğini söyleyen arkadaşlarımız var. Bu yıkımlara karşı verilmesi gereken mücadele hep birlikte verilmelidir.”
 
‘Önümüzde nükleer tehlike de var’
 
Ekolojiyi ele alırken sadece hümanist bir bakışla ele almamak gerektiğini kaydeden Tuğba şu sözleri kullandı: “Bunların hepsi bizlerin haklarını ihlal eden durumlar, çünkü sağlıklı yaşamak da bizim hakkımız çevre de bizim hakkımız. Yarın hayatımızı devam ettirdiğimizde yaşadığımız dünya bu dünya ve buna sahip çıkmak gerekiyor. Belki bakıldığında ekoloji, mücadele alanı gibi görülmeyen bir alan ama aslında bütün mücadele alanlarının da temelinde; türcülüğü de içeriyor sadece insanın hakkını değil, hümanist bir bakışla değil bütün türleri de kapsayarak bakmak gerekiyor. Bu talanların, yıkımların bizi ne kadar çok yıktığını görüyoruz ki ilerde çok daha şiddetlenecek ki önümüzde Akkuyu Nükleer Santrali gibi bir örnek var. Bunun bize getireceği yıkımları şu an için göremiyoruz, geçmişte Çernobil örneği var ama bunun Türkiye’de nasıl bir yıkıma yol açacağını bilmiyoruz ki bununla ilgili de çalışmaya başlamak gerekiyor. Açılmasına çok az zaman kaldı.”
 
 
İnsansızlaştırma politikaları
 
Tüm bu yıkımlarla birlikte hem Kurdistan’da hem de deprem bölgesinde bir insansızlaştırma ve demografik yapıyı bozma söz konusu olduğunu ifade eden Tuğba sözlerini şöyle sürdürdü: “Demografiyi bir yandan kendilerine biat eden insanlardan oluşturmak gibi bir politika izlendiği çok açık. Özellikle Hatay’daki insansızlaştırma çok net önümüze çıkıyor. Şirnex’te gördüğümüz yıkım alanları kalekol yapımları, sınırlarda barajların yapımlarıyla birlikte çok ciddi bir insansızlaştırma ve orada oluşturulan bir politik iklim var. O politik iklime haiz olma durumu var. Bu anlamda ekolojiyi savaş politikalarının bir yıkım aracı olarak kullanıyorlar. Oradaki ekolojik yıkımı savaşın aracı olarak kullanarak insanları yaşadıkları yerden kopararak yersiz yurtsuzluğa sevk ediyorlar. Bu açıdan da değerlendirmek lazım. Su da aynı şekilde. Su hakkını dış ilişkilerde kullanacaklarını uzun süredir beyan ediyorlardı. Örneğin, barajlarla hem sınır güvenliği sağlanmaya çalışılırken hem de o sular üzerindeki tahakkümün de sağlanması söz konusu.  Doğanın iktidar tarafından her anlamda metalaştırılması söz konusu.”