Beyza Üstün: Sisteme direnmekle yetinmeyeceğiz, değiştireceğiz

  • 09:02 9 Nisan 2022
  • Ekoloji
Derya Ren
 
DİYARBAKIR - Ekolojik krizin artmasıyla geri alınamaz yok oluşların yaşandığını ve tarihsel belleğin ortadan kaldırıldığını belirten Prof. Dr. Emine Beyza Üstün, “Sistem Kürdistan coğrafyasında egemenlik kurarak, yönetmek istiyor. Sisteme direnmekle yetinmeyeceğiz. Bu sistemi değiştireceğiz” dedi.
 
Dünyada ve Türkiye’de her geçen gün derinleşen ekolojik krizle beraber, iklim krizi kendini derinden hissettiriyor.Kapitalizmin “kar hırsı” iktidarların yaşam alanlarını ranta çevirmesi, doğa talanı ve canlı türlerin bu müdahalelerle yok olması başka sorunları da beraberinde getiriyor. Tsunamiler, sel,heyelan, depremler, ozon delikleri, gıda krizi, yok olan canlı formları, hava kirliliği, okyanusların zehirlenmesi, tatlı su kıtlığı ve kuraklıkta bu felaketlere bağlı olarak gelişiyor. 
 
Bölge kentlerinde ise tüm bu yıkımın yanı sıra ormanlık alanlarda “güvenlik” gerekçeleriyle yürütülen operasyonlar yangınlara sebep oluyor. Bu operasyonlar sırasında yüzlerce ağaç kesilerek bölgede görev yapan korucular tarafından farklı bölgelere ve ya askeriyelere gönderiliyor. Bölgede özel olarak yürütülen ekolojik kırımlar özel savaş politikalarının bir parçası olarak da değerlendirilirken, buna karşı yeterli ses çıkarılmaması bölgede kırımın sistematikleşmesine neden oluyor. 
 
Ekoloji aktivisti Prof. Dr. Emine Beyza Üstün değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Her yıkım yeni krizler çıkarıyor’
 
Ekolojik kırımlar karşısında tüm halkların canının yandığını söyleyen Beyza, doğa talanıyla beraber tüm toplumun güvencesizleştirildiğine dikkat çekti. Beyza, yalnızca insanların değil tüm canlıların yaşam alanlarının yok edildiğini kaydederek, “Kapitalizm tarihine baktığımız zaman doğal varlıkları, kültürel varlıkları sermaye birikimlerine sokarak, krizlerden çıkmaya çalışıyor. Bunu uluslararası boyutlarda, yasal kılıfa büründürerek yapıyor. Bütün ulus devletlerin kabulüne sunuyor. Bunun somut örneklerini gördük. Sürdürülebilir kalkınma, suyun ticarileşmesi, Kyota iklim zirvesi, Kopenhag’da gerçekleştirilen iklim zirvesi, karbon kotası üzerinden borsalandırma vs...Bir takım çalışmalar oldu. Aslında sistem bize şunu diyor; ‘süreci kötü götürdük, nasıl düzeltebiliriz’. Her yıkımdan kendilerini yeniden üreterek çıkmaya çalışıyorlar. Yeniden üretme hali, yaşam alanlarını, ekolojiyi daha çok krize sokmak ve çoklu krizlere sebebiyet veriyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Yaşam alanlarını korumaya devam ediyoruz’
 
“Sistem her defasında ekolojik tahribatlara hız veriyor” diyen Beyza, krizlerin artmasıyla geri alınamaz yok oluşlar yaşandığını ifade etti. Beyza, “Bu yok oluşlar, hepimizin canını yakıyor. Ekososyalist Jane Kovel, ‘ya kapitalizm ya yaşam’ diye özetliyor. Ya bununla yok olacağız ya da yaşamı kurtaracağız. Yaşamı kurtarmamız, saldırılardan kurtulmamız için hepimize sorumluk düşüyor. Mücadelede ödünsüz olmaya, sisteme karşı yan yana gelmeye, ve yaşam alanlarını korumaya devam ediyoruz. Tabi bizi ayrıştırmaya çalışıyorlar. Ve bu ayrıştırma içerisinde özel savaş politikalarını da devreye koyuyorlar. Orman yangınları, Sur ve Êfrin''de yaşanılannlar bunların bir parçası” dedi.
 
‘Emekleri sömürülüyor’
 
Beyza, sistemin uygulamak istediği politikalarda savaşı araçsallaştırdığına dikkat çekerek, “Bunu halkların yaşamlarını yok ederek, zorla yerinden ederek, bellekleri yok ederek, Batman Hasankeyf’te, Sur içinde ve Kürdistan coğrafyasında yaşadıklarımız gibi yapıyor. Orada yaşayan halkları farklı bir sömürü düzenine evirerek, onları kendi coğrafyasının yanı sıra, komşularından, ailelerinden, geçmişinden kopartıyor. Göç adı altında yerinden edilmeler gerçekleşiyor, halkın emeği sömürülüyor. Örneğin 3’üncü havalimanı yapımında 55 işçi yaşamını yitirmişti. Orada çalışan ve hangi ülkeden olduğunu bilmediğimiz bir işçinin cansız bedeninin rögar içinde arkadaşları tarafından bulunduğunu biliyoruz. Bu duruma birçok örnek verebiliriz" diye konuştu.
 
‘Kalıcı barış istiyoruz’
 
Kapitalizmin dayattığı çoklu ekolojik krizlerin bütün yaşam alanlarını yok ettiğini belirten Beyza, sözlerini şöyle sürdürdü: “Hasankeyf dinamitlenerek yok edildi.12-13 bin yıllık bir belleği tekrardan oraya konuşlandırmamız mümkün değil. Ilısu Barajı yapımında birçok ihlal yaşandı. Gerçekleştirilen büyük saldırı silsilesi karşısında çok kararlıyız. Halklar olarak savaş istemiyoruz. Faşist, kapitalist, patriarkal sistemin kendisini araçsallaştırdığı savaşları istemiyoruz. Kalıcı barış istiyoruz. Bunu yaparken de ekofeminist ve ekolojik bakış açısıyla yapacağız. Onlar sanıyor ki büyük yok oluşlar bizi çaresizliğe sürükleyecek, ancak bizler bunun karşısında direneceğiz. Örneğin kadın siyasetçileri zindana tıkmalar, itiraz eden kadın siyasetçileri gözaltına almalar, tehdit etmeler bütün bunun üzerinden geri adım attırmaya çalışıyorlar. Ancak çok yanılıyorlar. Sistemin tüm saldırı düzenlerini yıkmaya kararlıyız.” 
 
‘Sistemi değiştireceğiz’
 
“Her yerde mücadeleyi birlikte örmeye kararlıyız. Sisteme direnmekle yetinmeyeceğiz. Bu sistemi değiştireceğiz” diyen Beyza, “Sistem Kürdistan coğrafyasında egemenlik kurarak, yönetmek istiyor. Kendi istekleri üzerinden bir süreci işletiyor. Bunu tüm halklara dayatıyor. Sur içine baktığımız zaman yapılan egemenlik dayatmalarını görebiliriz.2012 yılından itibaren planların yapıldığını 2015-2016 OHAL döneminde savaş araçları ile müdahaleleri ve halkları nasıl yok ettiklerini gördük. Şimdi yerine konuşlanan sistemin kendi yapılandırması geniş caddeler, cezaevlerine benzeyen prototip evler, bu kültüre uygun olmayan burjuva evler yapıyor. Türkiye coğrafyasında farklı uygulamaları hayata geçiriyor. Çünkü bizler siyasi krizler de yaşıyoruz. Kapitalizmin kriziyle beraber siyasi kriz de yaşıyoruz. Bu durumu halklar üzerine yüklenen şiddetle yaşıyoruz” diye konuştu.
 
Neden bu coğrafya?
 
Bölge kentlerinde TOMA’ların rahatlıkla sokaklarda dolaşabildiğine dikkat çeken Beyza, “Yasaklar konulabiliyor, sözünüz kesilebiliyor. Düşünce özgürlüğünüz engellenebiliyor. Siyaset yapma hakkınız elinizden alınabiliyor. Neden bu coğrafya?  Çünkü bu coğrafyada kadın siyasetçiler yerel yönetimlerde söz sahibiydi. Kadın özgürlükçü perspektif yaşama geçmeye başladı. Bundan kaynaklı kayyımlar atandı. Buradaki yerel yönetimlerde beraber sorunlar çözülüyordu. Yaşamın nasıl özgürleştirileceğinin bir örneğiydi. Siyasi krizin bir parçası olarak bu alanlara müdahale edildi” diye ekledi. 
 
Kompartıman benzetmesi 
 
Öte yandan bölgede yürütülen politikalara dikkat çeken Beyza, “ Çıkarılan orman yangınlarında, orman yangınların söndürülmeyerek göz yumulmasına ve güvenlik barajları adı altında iki yaşam yakasının birbirinden koparılışını görüyoruz. Sistem kompartımanlara bölerek yönetmeye çalışıyor. Hükümet zaten yönetemiyor, bundan kaynaklı da saldırmaya çalışıyor. Bu coğrafyada özgürlük mücadelesinde deneyimleri olan halkalara daha şiddetli bir şekilde saldırıyor. Ancak Türkiye coğrafyasında kadınlar olarak şiddetin etkilerini daha ağır yaşıyoruz. Daha ağır müdahaleler görüyoruz. Çünkü iktidarlar, tekçi, otoriter bir şekilde yönetiyor. Eril erkek zihniyeti var. Ama sanmasınlar biz bunlar karşısında susacağız” şeklinde konuştu.