‘Doğa öldürüldükçe onların sermayeleri artıyor’

  • 09:08 18 Mayıs 2021
  • Ekoloji
 
Habibe Eren
 
İSTANBUL - İkizdere’de yaşanan doğa talanını değerlendiren Polen Ekoloji’den Yurda Çelik, AKP’nin, iktidara geldiği ilk andan itibaren ‘ekolojik örselenmeye’ neden olan projelerin sahibi olduğunu belirterek, “AKP temsil ettiği sermaye çevrelerine devlet imkanları kullanarak kârlı yatırım alanları yarattı” dedi. 
 
Rize İkizdere’de İşkencedere Vadisi’nde AKP’ye yakınlığı ile bilinen Cengiz İnşaat’ın taşocağı ısrarına karşı çıkan köylülerin direnişi 25 günü geride bıraktı. Uzun süredir doğa talanının devam ettiği Karadeniz Bölgesi’nde yurttaşlar uzun süredir HES’lere, JES’lere, maden arama faaliyetlerine ve taş ocaklarına karşı mücadelesini sürdürüyor. İkizdere’de günlerdir iş makinalarının alana girmesini engelleyen ve direnişlerini sürdüren köylülerin direnişi bu kez Valilik yasağı ile engellenmek isteniyor. En son alınan kararla Rize Valiliği, İkizdere'de taş ocağı projesine karşı eylem yapılmasını 15 gün süreyle yasaklandı.
 
Özellikle son süreçte pandemi ile birlikte neredeyse her bölgede ekolojik, yıkım, tahribat, askeri operasyonlar nedeniyle çıkarılan yangınlar devam ediyor. Doğa üzerinde uygulanan tahakküm pandemi ile birlikte derinleşirken yaşam alanlarına dönük müdahalenin, beraberinde birçok yeni tehlikeleri getireceği uyarısı yapılıyor.
 
Polen Ekoloji’den Yurda Çelik, İkizdere’de yaşanan doğa talanına ve pandemi sürecinde derinleşen ekolojik yıkıma ilişkin konuştu.
 
‘AKP ekolojik örselenmeye neden olan projelerin sahibi oldu’
 
AKP’nin, iktidara geldiği ilk andan itibaren ‘ekolojik örselenmeye’ neden olan projelerin sahibi olduğunu belirten Yurda, “Önce başta Karadeniz’in bütün vadilerini şantiyeye çeviren hidroelektrik santral projeleri, ardından İstanbul başta olmak üzere pek çok kentte hayata geçirilen ‘kentsel dönüşüm projeleri’ ‘duble yollar’, 3. Köprü, 3. Havalimanı, Akkuyu’da Nükleer Santral, birçok kentte termik santral projeleri… AKP temsil ettiği sermaye çevrelerine devlet imkanları kullanarak kârlı yatırım alanları yarattı. Bu sadece AKP’nin tercihi de değildi, AKP’ye emperyalist kapitalist egemenlerin biçtiği role uygun bir şeydir. İnşaat, enerji ve maden sektörleri devlet garantili veya uluslararası kuruluşlarından fonlar sağlanarak, her türlü teşvik, muafiyet tanınarak büyütüldü” dedi.
 
‘Doğa öldürüldükçe onların sermayeleri artıyor’
 
Söz konusu şirketlerin büyümesi sonucunda Cengiz İnşaat gibi şirketlerin Kazdağları’nda, Cerattepe’de, İkizdere’de, Mazı dağında ve her yerde doğa talanına devam ettiğini ve birkaç şirketin milyon dolarlık sermayeye sahip holdingler haline geldiğini kaydetti. Söz konusu kesim sermayelerini büyütürken işçi ve emekçilerin daha da yoksullaştığını dile getiren Yurda, “Halk yoksullaştı, aynı zamanda doğamız da yoksullaştı. Soma’da 301 maden işçisi öldürüldü, öbür tarafta da on bin yıllık insanlık mirası olan Hasankeyf ve Dicle vadisi öldürüldü. 3. Havalimanı inşaatında onlarca işçi öldürüldü, aynı zamanda Kuzey Ormanları, sulak alanları öldürüldü. Yani bizler ve doğamız öldürüldükçe onların sermayeleri artıyor” ifadelerini kullandı.
 
İkizdere’de kadınların direnişi
 
İkizdere’de taş ocağına karşı ilk günden beri en önde direnen kesimin kadınlar olduğuna dikkat çeken Yurda, kadınlar olarak toplumdaki her türlü adaletsizliğin, eşitsizliğin en fazlasına maruz kalanları olduklarını dile getirdi. Yurda, “Bu yüzden de derdimiz çok, isyanımız da gür oluyor. Kaldı ki, İkizdere’de ya da Muğla İkizköye’de, Aydın’da, Bursa’daki Kirazlıyayla’da direnenler emekçi köylü kadınlar. Çünkü aslında ekoloji direnişi olarak haberleştirilen bu direnişler emekçi köylü direnişleri. Şirketler bu emekçi köylülerin tarım alanlarını, su kaynaklarını, meralarını ellerinden alıyor. Ya bir maden şirketi, ya bir termik santral ya da İkizdere’de olduğu gibi taş ocağı için emekçi köylülerin yaşam alanları yok ediliyor. Köylerde küçük aile tarımında esas yük de emekçi kadınlardadır. Evin bakımı, bahçe işlerinin çekip çevrilmesi, hayvanların bakımı hepsi kadınların sırtına yükleniyor. Zaten 1980’den beri tarıma verilen bütün destekler kesildi, her şey şirketlerin lehine düzenlendi, emekçi köylüler büyük yıkım yaşadılar. Bu yüzden bu direnişlerde kadınları en önde görüyoruz” diye belirtti. 
 
‘Eşitsizlikler daha da artacak’
 
Doğaya yönelik saldırılar sonucunda iklim krizinin ve ekolojik örselenmenin daha fazla konuşulduğuna işaret eden Yurda, “Çünkü gördük ki, kapitalizm koşullarında ekonomi ne kadar büyürse büyüsün, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, insanların en temel yaşam hakkını bile koruyamadılar. Pandeminin bu kadar etkili olmasının başlıca nedenleri şunlardı: Sağlığın özelleştirilmiş olması, milyonlarca insanın en temel sağlık güvencesinden yoksun olması; ikincisi, gıdada yaşanan endüstriyelleşme ve şirketleşmenin milyonlarca insanı en temel sağlıklı gıda güvencesinden yoksun bırakması, tarladan tabağımıza kadar zehirli bir gıda sisteminin yarattığı sağlık sorunu var. Üçüncüsü, şirketlerin faaliyetleri sonucu iklim krizinin artması, yaban hayatının bozulması ile yaban hayattaki virüslerin insanlara bulaşması. En az bu üç nedenden dolayı doğayı, ekolojiyi, sağlıklı gıda, sağlıklı çevre gibi konuları daha fazla konuşuyoruz. Çünkü sadece daha fazla kâr elde etmek için üretim kapitalist sistem sürdükçe toplumdaki bu eşitsizlikler daha da artacak” sözlerine yer verdi. 
 
‘Yeni pandemiler, kıtlıklar ve su krizleri bizleri bekliyor’
 
“Tüm dünyada milyonlarca emekçi, ezilen halklar kapitalizmin yarattığı eşitsizliklerin adaletsizliklerin içinde kıyameti yaşıyor” diyen Yurda,  3,5 milyar insanın temiz suya erişim sorunu olduğunu ifade etti. Zaten yoksul olan kesimlerin pandemide daha da yoksullaştığının altını çizen Yurda, “Afrika’da birçok halk gıda krizi yaşıyor, açlık çekiyor. Türkiye’de de Mezopotamya’da da kuraklık yaşanıyor… Yani maalesef yeni pandemiler, yeni kıtlıklar, su krizleri kapıda bekliyor” diye ekledi.
 
‘Herkes kendi derdi için mücadele ediyor oysa ortak neden iktidar’
 
Ekoloji mücadelesinin belirli bir kesimle sınırlı kalması ve toplumsallaşamamasına da değinen Yurda, şöyle devam etti: “Toplumun her kesimine yönelik birçok saldırı söz konusu. Kadın cinayetleri, iş cinayetleri, işten atılmalar, pandemiye gerekli tedbirler alınmadığı için küçük esnafın yaşadığı kriz, işsizlik ve yoksulluktan dolayı intihar edenler… Ve tabi iktidarın yaşamın her gözeneğine kadar uzanan baskısı söz konusu. Türkiye zaten 2015’ten beri resmen ve fiilen darbe koşullarında, OHAL rejimi ile yönetiliyor. Buna rağmen bu direnişle yaşanıyor. Bu aslında büyük bir olay sayılır. Fakat Türkiye’de toplumsal muhalefetin ortaklığı, birleşik mücadelesi maalesef örülemedi. Herkes kendi derdi için mücadele ediyor. Oysa her kesimin yaşadığı sorunların nedeni ortak; mevcut siyasi iktidar. Bu siyasi iktidarı, kaçak Saray’da cisimleşen bu iktidardan kurtulmadan hiç kimsenin başarılı olma şansı yok. Gerçekten demokratik bir ülke, toplum olmadan hiçbir mücadelenin başarılı olma şansı yok.”
 
‘Kürt illerinde yaşanan doğa talanına bir bütün olarak refleks verilmiyor’
 
Türkiye’de özellikle Kürt illerinde yaşanan sorunlar ve doğa talanı karşısında bir bütün olarak refleks verilemediğini de söyleyen Yurda, “Halbuki Gezi sürecinde her kesimden insan yandaş medyanın penguen belgeselleri, maruz kaldıkları zorbalık karşısında ‘bize bunları yapıyorlarsa Kürtlere neler yapıyorlardır’ diye sormuştu. Bunların unutulduğunu sanmıyorum ama iktidarın Kürt sorunu, Kürt illerinde yaşanan haksızlıklar konusunda sesimizi kesmek için daha fazla baskı yapıyor. Çok açık olarak yaşadık, Kazdağları için eylem yapmamıza izin verenler Cudi’deki orman yangını için eylem yapmamıza izin vermediler. Bu çifte standart her zaman vardı. Çünkü bu iktidarın karanlık yüzü Kürt sorunundaki yaklaşımıdır. Güvenlikçi politikalar ile şovenizm ve milliyetçilik iktidarın meşruiyetinin dayanağı. Biz buna rağmen elimizden geldiği kadar bütün yıkımlara karşı ses çıkarmaya, direnişlere destek olmaya, onların sesini yaymaya çalışıyoruz” diye konuştu.