TMMOB’dan Kanal İstanbul için çağrı: Tarihin en büyük davasına dönüştürelim

  • 13:21 20 Ocak 2020
  • Ekoloji
İSTANBUL - Kanal İstanbul projesinde onaylanan ÇED raporuna karşı 17 Şubat 2020 tarihine kadar dava açma hakkının bulunduğunu belirten TMMOB İl Koordinasyonu Genel Sekreteri Cevahir Akçelik, “TMMOB, davaya gerekçe oluşturacak tüm bilimsel ve teknik altyapıyı halkın hizmetine sunmaya hazırdır. Gelin yüzbinlerce insan bir arada bu davayı Türkiye tarihinin en büyük davasına dönüştürelim” dedi.
 
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İstanbul İl Koordinasyon Kurulu, Kanal İstanbul projesinde onaylanan Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) kararına ilişkin Karaköy’deki binalarında basın toplantısı düzenledi. “Kanal İstanbul’a karşı yurttaş davası için çağrı” pankartının açıldığı toplantıya TMMOB üyelerinin yanı sıra çok sayıda yurttaş katıldı. Toplantı, basın açıklamasının okunmasıyla başladı. 
 
‘Doğal dengeyi altüst edecek’
 
Açıklamayı okuyan TMMOB İl Koordinasyonu Genel Sekreteri Cevahir Akçelik, Kanal İstanbul projesinin gündeme geldiği günden beri birçok bilim ve meslek insanı tarafından incelendiğini ifade ederek, “Kanalın yapılması halinde oluşacak çevresel ve sosyal boyut tüm detaylarıyla ortaya konulmuştur. Yapılan çalışmalar neticesinde üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve halk yöneticilere defalarca uyarıda bulunmuş; buna karşın yöneticiler ne bu projenin planlama aşamasına halkı dahil etmiş ne de yapılan uyarılara kulak asmıştır. Tepeden inme bir şekilde İstanbul halkına dayatılan bu proje başta İstanbul olmak üzere Marmara'dan Karadeniz'e uzanacak boyutuyla tüm bu coğrafyayı onarılmaz bir biçimde etkileyecek, ekosistemler arasında yarılma meydana getirecek, binlerce yılda oluşmuş doğal bir dengeyi alt üst edecektir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın ‘olumlu’ bulduğu durum işte budur” diye belirtti.
 
‘Yapay su yolu kaza riski barındırıyor’
 
İstatistiki verilerin, kanalın boğazdaki gemi trafiği ve kaza riskini azaltmak için yapıldığı iddiasını çürütmekte olduğunun altını çizen Cevahir, yapılacak yapay su yolunun, İstanbul Boğazı'ndan daha çok kaza riski barındıracağını vurguladı. Şehrin toplam su biriktirme kapasitesinin yüzde 29'unun kanal güzergâhında bulunduğuna dikkat çeken Cevahir, “Bu kaynakların yok olması 6 milyon kişinin su ihtiyacına denk düşmektedir” dedi. 
Projenin etkilerinin yalnızca doğal alanlarla sınırlı kalmayacağını vurgulayan Cevahir, “Yapılaşmaya açılacak olan kanal güzergâhında yaşayan insanlar yerlerinden edilecek, yerlerine ‘Kanal Manzaralı’ evlerde yaşama imtiyazına sahip kimseler getirilecektir. Kanalla birlikte İstanbul'un kuzeyi ek bir nüfus yoğunluğu altına daha girecek, şehir yönetilebilir olmaktan çıkacaktır” diye belirtti.
 
‘Bir başka İstanbul daha yok’
 
Projeye itiraz eden yurttaşlara da çağrıda bulunan Cevahir, “17 Şubat 2020 tarihine kadar Kanal İstanbul Projesi'ne dava açma hakkınız bulunmaktadır. TMMOB, davaya gerekçe oluşturacak tüm bilimsel ve teknik altyapıyı halkın hizmetine sunmaya hazırdır. Gelin binlerce/yüzbinlerce insan bir arada bu davayı Türkiye tarihinin en büyük davasına dönüştürelim, tarihe İstanbul için almış olduğumuz bu yurttaş sorumluluğunu not düşelim. Bir başka İstanbul daha yok” dedi.
 
‘Bütün coğrafyayı etkileyecek’
 
Ardından söz alan mimar Mücella Yapıcı, Kanal İstanbul projesi sürecinde yayınlanan 3 ÇED raporunun olduğunu belirterek, son rapora ilişkin şunları dile getirdi: “Son rapora göre 92 bin yurttaş bu ÇED raporuna itirazlarını sunmuş. Ancak en son karşımıza gelen şey bu ÇED olumlu raporudur. Bu raporları incelediğinizde çok fazla bir değişiklik görmüyoruz. İtirazlara göre eklerde bazı değişiklikler yapılmış. Bu değişikliklerin en önemlisi depremle ilgilidir. Ama bu da yeni deprem yönetmeliğine göre değil önceki deprem yönetmeliklerine göre yapılmıştır. Burada yapılan her şey hukuksuz. Hukuk dışı bir dayatma var. İtirazlarımızı belirtmeden bu itiraz ortaya çıktı. Türkiye halkı, bizler ciddi bir dolandırıcılıkla karşı karşıyayız. Çünkü bildirimizde de belirttiğimiz gibi gelen ÇED’ler entegre raporlardır. Yaptığımız bütün itirazlar gizlenmiştir. Bu bütün coğrafyayı etkileyecektir.”
 
‘Bu tür yatırımlar ÇED sürecine tabi tutulmalı’
 
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 2011 yılındaki bir konuşmasına değinen Mücella, “Erdoğan, 2011’de Karadeniz ve Marmara arası 45 dakikadır’ diyerek aslında kanalın nereye yapılacağını söylüyor. Şimdiki raporda aynı şey geçmektedir. Yine kanalın su derinliğinin 25 metre olacak deniliyor. Nereden biliyor. Ama şimdi bu 20’lere inmiş durumda. Ama raporda buna değinmiyor. Yine Erdoğan 3’üncü Köprü’nün buradan geçeceğini söylüyor. Bir havalimanından söz ediyor. Ama bunların hiç biri ortada yok. 2012’de Afet Yasası buna bahane olarak kullanıldı ve riskli yapılar kullanılarak burası bir rezerv alanı olarak gösterildi. Bu aldatmaca değil de nedir. 3’üncü Köprü 1997’de ÇED çıkmasına rağmen planlamalar yapıldı. Bütün odalar olarak ÇED sürecine tabi edilmediği için dava açtık. Haklı bulunduk. Bütün bu tür yatırımların ÇED sürecine tabi tutulması gerekir. 2011’den beri bütün güzergahlar biliniyordu” diye belirtti. 
 
‘Maliyetin yarısı gayrimenkullerden alınacak’
 
Kanal İstanbul projesinin çok boyutlu bir proje olduğunu dile getiren Prof. Dr. Haluk Gerçek ise ulaşım açısından birkaç noktaya değinilmesi gerektiğini vurguladı. Haluk, ÇED raporunda belirtilen 1.1 milyar ton kazı miktarının iki katına çıkmasının beklendiğini kaydetti. Haluk, “Raporlarda bunun düzeltilmesi gerekir. İkincisi bunun taşınmasıyla ilgilidir. Yapılan hesaplarda 1.20 milyar ton olarak alınmış ancak bunun en az 1.40 milyar ton alınması gerekirdi. Bir de bunun 4 senede bitirilmesi teknik ve ekonomik olarak mümkün değildir. Ayrıca kanalı yaptığınız zaman burada 8 köprünün yapılması demektir. Yine metrolar yapılacak. Kanal nedeniyle bunların çok derinden geçmesi gerek. Bu da çok büyük bir maliyet demektir. Maliyet 21 milyar dolar olarak verilmiş ama bunun da artması demektir. Bu maliyetin yarısının gayrimenkullerden alınacağı belirtilmiştir. Diğer kısmı ise gemi geçişlerinden ve diğer gelirlerden sağlanacağı ifade ediliyor. Böyle bir projenin nasıl olur da çevresel, sosyal ekonomik nasıl bir inatlaşmayla yapılmak istendiğini anlamak güç” diye konuştu. 
 
‘Kazanın olmaması imkansız’
 
“İstanbul Boğazı’nda bir tehlike var mı ve bununla ortadan kaldırılır mı?” diye soran emekli Başkılavuz Kaptan Saim Oğuzülgen ise, “Bir kere bir yerde ulaşım varsa orada kazanın olmaması imkansız. Önemli olan bu kazaların topluma ve çevreye etkilerini azaltmaktır. En son İstanbul Boğazı’ndaki trajik kaza 13 Mart 1979 yılında olmuş. Boğazdan geçen gemiler bir risk oluşturuyor ama alınan önlemlerle bunlar en aza indirilebilir. Ayrıca İstanbul Boğazı en emniyetli seviyeye getirilmiş su yollarından biridir. Burada kaza olmama halini bir kere göz ardı etmeliyiz. Çalışan bir makinanın kaza yapıp yapmayacağını bilemeyiz. Kanal İstanbul’dan geçecek olan gemiler geçince hiçbir sıkıntı olmayacak mı?” diye belirtti. 
 
Konuşmaların ardından toplantı sona erdi.