Ekolojist Süheyla Doğan: Her yerde mücadelenin farklı şekilleri kullanılmalı

  • 09:03 30 Ağustos 2019
  • Ekoloji
ÇANAKKALE - Ülkedeki madenleri uluslararası şirketlere peşkeş çeken devletin çok uluslu şirketlerin kar hırsına alet olduğunu ya da ortak olduğunu belirten ekolojist Süheyla Doğan, her yerde mücadelenin farklı şekillerinin kullanılması gerektiğini kaydetti. 
 
Kanadalı Şirket Alamos Gold’un Kaz Dağları’nda sürdürdüğü doğa katliamına karşı 26 Temmuz’da başlatılan Su ve Vicdan Nöbeti devam ediyor.  
 
Kirazlı köyünde 1987 yılında Eldorado Gold adlı şirket arama ruhsatı satın aldıktan sonra Cominco Maden Şirketi de ruhsat alarak Frontier Maden Şirketi ile ortaklık kuruyor. Şirketlerin arama faaliyetlerine bir dönem altın fiyatlarının düşmesi nedeniyle ara verilse de 1990’lı yıllarda yeniden başlıyor. 2000’li yılların başında işletme ruhsatı satın alınmaya başlanırken, 1 buçuk milyon Dolar’a alınan ruhsatlar devirlerde 6.5 milyon Dolar’a satılıyor ve en son olarak işletme aşamasındayken bütün ruhsatları Alamos Gold satın alıyor. Yaşam savunucuları, tüm bu yaşananlardan Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinde haberdar olurken, imza kampanyaları, ÇED toplantılarındaki itirazlara rağmen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın onayı ile “ÇED Olumlu” raporu veriliyor. Çanakkale Belediyesi’nin ÇED kararı için açtığı dava ise 2013 yılından bu yana sürüyor. 
 
‘Kamuoyu orman katliamının ardından farkına varabildi’
 
2007 yılından bu yana altın madencileri ile mücadele halinde olan Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Deneği Yönetim Kurulu Başkanı ve Ekoloji Birliği üyesi Süheyla Doğan, hukuki süreç devam ederken firmanın ağaçları kesmeye başladığını ve tüm çabalarına rağmen ancak bu kadar büyük bir katliamın ardından kamuoyunun yaşananların farkına varabildiğini söyledi.
 
Ağrı Dağı’ndaki projelerin buranın üç katı olduğunu aktaran Süheyla, “Newmont adlı başka bir firma üç ayrı ruhsatla girdi ve ‘ÇED gerekli değil’ raporu almaya çalışıyor. Bunlar dünyanın dev altın maden şirketleri. Onlarca alanda ruhsatları var ve hepsiyle mücadele etmemiz lazım. Türmab la beraber Lapseki altın madeni başladı zaten. Tepeoba’da molibden madeni vardı, ne yazık ki rezerv bitti diye talan durdu, rehabilitasyon yapılmadan terk edildi. Kirazlı ile birlikte eş zamanlı olarak Havran ve Balya’daki altın madenleri ile de uğraşıyoruz. Demirtepe Altın Madeni ile ilgili ÇED veremediler. Umarız diğer projeler için de elde ederiz” dedi.
 
‘MTA çokuluslu şirketlere tüm madenleri kendi elleriyle sattı’
 
Talanın 2000’li yılların başında başladığını kaydeden Süheyla, Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü’nün (MTA) 2005’te Çanakkale’de yapılan bir toplantıya bütün yabancı altın firmalarını çağırarak madenlerin yerlerini gösterdiklerini söyledi.
 
‘Kamu yararı değil kar amacı var’
 
Ruhsatı dağıtılmayan tek bir madenin kalmadığını kaydeden Süheyla, ülkenin madenleri satılırken, küçük derelere dahi Hidroelektrik Santrallerin (HES) yapıldığını, Jeotermal ve Rüzgar Enerji Santralleri ile Ege’nin talan edildiğini vurguladı. Ülkede “Madenimiz var yerin altında mı kalsın” yaklaşımının söz konusu olduğunu dile getiren Süheyla, “Evet orada kalsın. Çok uluslu şirketlere, yerli işbirlikçilerine ya da yerli kapitalistlere neden bütün kaynaklarımız teslim edilsin? Altın madeninin hiçbir kamu yararı yok, ister yerli ister yabancı firma çıkarsın. Doğanın talanına ve çıkaran şirketin kar etmesine yönelik bir işlemdir. Altın olmazsa olmaz bir madde değildir. 100 gram altın için onca yapılan talan anlamsız. Toprağın üstü altından daha değerli” ifadelerini kullandı. 
 
‘Devletin karı yüzde 2’
 
Devlet karının ise yüzde 2 gibi bir rakam olduğunu belirten Süheyla, devletin çok uluslu şirketlerin kar hırsına alet olduğunu ya da ortak olduğunu kaydetti. Yerel halkın da sosyal rüşvetlerle şirketlerin yanına çekilebildiğini ifade eden Süheyla, “O yerlerde mücadele biraz zor oldu ama yaşam savunucuları her zaman dik durmayı bildiler. Türkiye’nin diğer yerlerine de gittik. Cerattepe’den gelenler oldu. Aynı zamanda 60 örgüt bir araya gelip Ekoloji Birliği mücadelesini kurdu. Daha fazla ses verebilmek için kazanımımız bu oldu” diye konuştu. 
 
Her yer Kazdağı, Munzur, Hasankeyf olmalı’
 
Her yerde mücadelenin farklı şekillerinin kullanılması gerektiğini ve Kaz Dağları’na gösterilen hassasiyetin diğer yerlere de gösterilmesi gerektiğinin altını çizen Süheyla, şöyle dedi: “Her yer Kazdağı, Munzur, Hasankeyf olmalı. Kadınlar mücadelenin başından beri en önde. Çünkü doğa talanı kadın hayatına çok daha fazla dokunuyor. Doğayla daha iç içe. Nöbet eylemi devam etmeli, düzenleme komitesi, belediye ve sivil toplum kuruluşlarının kararlarını bilmiyoruz. Bizler de bu yönde etki etmeye çalışıyoruz. Umarız direniş devam eder, çadırlar sökülmez.”