Beyza Üstün: Ormanlar yanıyor, bölge şirketlere devrediliyor

  • 09:03 17 Ağustos 2019
  • Ekoloji
Habibe Eren
 
ANKARA - İktidarın hem siyasi hem de kapitalist krizinin doğaya yönelik saldırıları sistematikleştirdiğini söyleyen HDP Ekoloji Komisyonu üyesi Beyza Üstün, “Kürdistan bölgesinde savaş araçları ile çıkarılan orman yangınları ile birlikte bölge insansızlaştırılarak şirketlere devrediliyor. Batı’da ise maden ve turizm işletmelerine doğrudan açılıyor” dedi. 
 
Kaz Dağları, Çanakkale, Hasankeyf, Munzur, Alakır, Salda Gölü, Mersin, Sinop, Karadeniz ve Mezopotamya’nın birçok yerinde ekolojik tahribat gündeme gelirken, iktidarın doğaya yönelik tutumu ve saldırıları her geçen gün artıyor. Son dönemlerde birçok bölgede devam eden orman yangınları ve bu alanların sermayeye açılması ile birlikte yaşam alanları da her geçen gün yok oluyor. 
 
En son Çanakkale Kirazlı'da, kentin tek ve alternatifsiz su kaynağı olan Atikhisar Barajı havzası üzerinde Kanadalı maden şirketi Alamos Gold'un yerli taşeronu olan Doğu Biga Madencilik A.Ş. tarafından sürdürülen altın projesi, 200 bin ağacın kesilmesiyle gündeme geldi. Günlerdir halk ve ekoloji savunucuları yaşamı savunmak adına Kaz Dağları’nda “Su ve Vicdan Nöbeti” tutuyor. 
 
Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ekoloji Komisyonu üyesi Prof. Dr. Beyza Üstün, iktidarın son yıllarda hızlandırdığı ekoloji tahribatına ve doğal alanların şirketlere devredilmesine ilişkin konuştu.
 
‘Sermaye krizi doğal alanları ticarileştirerek kendisini sürdürüyor’
 
Günümüzde şiddetlenerek devam eden doğaya yönelik saldırıları tahribatın ötesinde değerlendirmek gerektiğinin altını çizen Beyza, doğaya yönelik yıkımın sonuçlarının yüzlerce yıl yeniden kendisine gelemeyecek kadar derin olduğuna dikkat çekti. Bu saldırıların nedenlerinden birinin krizin belirlediği bir süreç olduğunu vurgulayan Beyza, “2008 krizinde artık şirketler sermaye ve onun destekleyicisi Birleşmiş Devletler özellikle geç kapitalistleşen devletlerde bunu daha fazla görüyoruz. Sermayenin krizini, doğal alanlardan ve doğal alanları kullanıma açarak doğrudan ticarileştirdiğini görüyoruz. Süreci kapitalizmden bağımsız düşünmemek gerekir” dedi. 
 
‘Siyasi ve sermaye krizi ile birlikte doğaya yönelik saldırılar artıyor’
 
“Türkiye gibi ülkelerde yani iktidar yönetiminin faşizme daha yön aldığı, baskının zulmün arttığı ortamlarda kapitalizmin krizi üzerinden bu saldırıyı daha da derinleşerek izliyoruz” diyen Beyza,  Türkiye’de hem siyasi hem de kapitalist krizin etkisini aynı anda gösterdiğini vurguladı. Bu durumun her alanda artarak devam ettiğini söyleyen Beyza, sözlerini şöyle sürdürdü: “Önce hidroelektrik santrallerin yapımı sürecinde variller doğrudan şirketlerin 49 yıllığına kullanımına sunuldu ve Anadolu’nun her köşesinde Mezopotamya Havzası’nda, Trakya’da, Karadeniz’de, İç Anadolu’da, Akdeniz’de dereler şirketlere teslim edildi. Suyu girdi olarak kullanan havzalarda başka üretim şekilleri de hızlandı. Bunların başında madenler geliyor, jeotermal enerji santralleri geliyor, Amed-Hazro-Silvan arasındaki kaya gazı sondajları geliyor. Bu havzalarda ise ormanlar, meralar, tarım alanları doğrudan vasfından çıkarılarak yağ yakılarak yağ vasfı tanımı değiştirilerek; mesela ‘Orman vasfında değildir. Artık tanımı tarım alanı olarak düşüktür, dördüncü sınıf tarım alanıdır’ diyerek doğrudan bu alanlar sermayenin kullanımına açılıyor. Enerji, su şirketlerine yol, köprü, site yapan inşaat şirketlerinin doğrudan kullanımı haline sokuluyor.”
 
‘Talanı torba yasa ve iktidar gücü ile yasallaştırdılar’
 
Devletin bu sürece birkaç şekilde iktidarı ile birlikte destek verdiğini ifade eden Beyza, “Hepimizin tanıklık ettiği gibi AKP iktidarı zaten KHK ile parlamenter zemindeki yasama ve yürütmeyi aşmış durumdaydı. Bunun üzerine işte tek adam rejimi yani kendi tanımlamaları ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ ile birlikte doğrudan torba yasa değişikleri ile yasal hale getiriyor. Müdahalenin tümünü yasal düzene sokuyor. Böylece şirketler alana ya da yöreye girdiğinde o ormana, suya tarım alanına girmeye kalktığında onu oraya sokan devletin kolluk kuvvetleri oluyor” ifadelerini kullandı. 
 
‘Ormanlar ya yakılıyor ya da doğrudan şirketlere veriliyor’
 
Doğanın talan edilmesini sağlayan yasa değişikliklerine değinen Beyza, büyükşehir yasasıyla birlikte hayvancılığın, meraların ve köylerin kullanımından çıkarılmış durumda olduğuna dikkat çekerek, “Şimdi artık meraları kolaylıkla atık döküm sahası olarak kullanabilecekler ya da maden işletmesinin oluşması için saha olarak kullanabilecekler. Ormanlık alanlar ise sürece sokulabilmek için ya yakılıyor ya doğrudan kullanım hakkı şirketlere veriliyor” diye konuştu.
 
‘Ormanların yakılması savaş politikasıdır’
 
Bölgede savaş araçları ile çıkarılan orman yangınlarıyla birlikte bölgenin insansızlaştırıldığını ve şirketlere devredildiğini belirten Beyza, devamla şöyle konuştu: “Batı bölgesinde ise Kaz Dağları’nda ya da Ege’de tanıklık ettiğimiz gibi ya maden işletmesinin konuşlanacağı yer ya da turizm işletmelerinin oluşturulacağı yerlerde ormanlar doğrudan yanıyor. Bu bir tesadüf değil kastı bir yakma ve savaş politikasıdır. Bu savaş politikasının sonucunda iktidar, siyasi irade doğal alanları doğrudan turizm şirketlerine ve inşaat şirketlerine teslim etmektedir.” 
 
‘Erken doğumlar ve hayvanlarda uzuv eksikleri görülüyor’
 
Doğaya yönelik saldırılarla birlikte geçimlik tarım ve hayvancılığın bitirildiğini ve halkın giderek daha da yoksullaştırıldığını ifade eden Beyza, doğal alanlarda var olan canlıların da bu saldırılarla birlikte yok olduğunu vurguladı. Beyza, “Zehirlenerek yok olmaktadırlar. Yaşam alanları şirkete devredilerek başka bir üretim şekline terk etmek zorunda kalmaktadır. Verilen mücadele hem yöre insanının sınıf mücadelesidir hem yöre insanın kendisi ve doğa adına verdiği yaşam mücadelesidir. Yaşam alanlarını koruma mücadelesidir” dedi.  Ayrıca madene ve inşaat şirketlerine açılan bu alanlarda erken doğum oranlarının arttığı, hayvanlarda uzuv eksiklerinin görüldüğünü kaydeden Beyza, Aydın Germeç’te ağır metaller içerdiği için solunum yollarındaki rahatsızlıklar nedeniyle yöre halkının sürekli olarak hastanelerin acil servislerinde olduğunu aktardı.
 
‘Kaz Dağları’nda da, Kürdistan’da da Karadeniz’de de kazanılacak’
 
Doğa yıkımının yaşandığı yöre halkının ve ekoloji savunucularının kendi alanını bu saldırıdan korumak için her yerde derelerin başında olduğuna dikkat çeken Beyza, Kaz Dağları’ndan önce Fatsa’da, Murgul’da, Mezopotamya Havzası’nda, Munzur Vadisi’nde ve Peri Vadisi’nde halkın suyunu, ormanını, merasını korumaya çalıştığına dikkat çekti. Devletin tüm kolluk güçleri ve yasama organı ile birlikte şirketleri o alanlara sokma ısrarına karşı halkın kararlı bir mücadele içinde olduğuna işaret eden Beyza, “Tarih halkların direnişleriyle, zaferlerle sonuçlanır. Biz de çok eminiz yaşamı koruyanların mücadelesi Kaz Dağları’nda da, Kürdistan’da ve Karadeniz’de de kazanılacaktır. Biz giderek daha büyüyen, daha yan yana duran bir iradeyi ortaya koyuyoruz” diye konuştu.
 
Beyza sözlerini şöyle sonlandırdı:
 
“Kadınların mücadelesinin bu mücadeleyi yükselteceği kesin. Bunu Rojava Devrimi’nde açıkça görüyoruz. Anadolu’nun pek çok yerinde ekoloji mücadelelerinde kadınların ısrarlı duruşuna tanıklık ediyoruz. Sorumluluk hepimizin. Halkların yaşam alanlarını koruma zorunluluğu Hasankeyf’teki 12 bin yıllık belleği korumaktan tutunuz da yüzlere yıl sonraki tüm canlıların yaşam alanlarını korumaya kadar. Kapitalizme ve faşizme karşı vereceğimiz bu mücadele hepimizin sorumluluğunda. Bu sorumluluğun en büyük kısmı örgütlü mücadeleden geçiyor. Bununla yükseleceğinden eminiz. Dolayısıyla siyasi partilere, toplumdan yana eşitlik özgürlükten yana olan tüm kesimlere daha fazla sorumluk almaları için çağrıda bulunuyoruz. HDP ve bileşenleri ekoloji siyasetini yaşam siyaseti olarak belirlemiş durumda. Bunu yapmaya ve mücadele etmeye devam edeceklerdir.”