‘Ayakta tutulmaya çalışılan termik santraller dış borç açığıyla ilgili’

  • 09:04 6 Ağustos 2019
  • Ekoloji

Melike Aydın

MUĞLA - Muğla’da devlet teşviki ile ayakta tutulmaya çalışılan üç termik santralin Türkiye’nin dış borç açığı ve sermayedarlarla ilişkili olduğunu belirten Çevre Mühendisi Deniz Gümüşay, “Ekoloji mücadelesinin politik bir mücadele olduğunu kabul etmekle işe başlamalıyız” dedi.
 
Muğla’da 2014 yılında özelleştirilen Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy santrallerinin devlet teşviki ile rehabilitasyona alınarak, ömürlerinin 25 yıla kadar uzatılması planlanıyor. CAN Europe’un (Climate Action Network-İklim Eylemi Ağı) Muğla’ya ilişkin hazırladığı kömür raporu, kurulduğu 1974 yılından bu yana üç santralin kül barajları ve bacalarla, Yatağan ve Milas ilçeleri sınırlarındaki ormanlık arazi ve ekosistemde maden arama çıkarma işlemleri ile doğaya sülfürdioksit, azot, toz ve hatta civa salındığı ortaya konuluyor. 
 
Raporun hazırlanmasında emeği geçenlerden Çevre Mühendisi Deniz Gümüşay, raporda hukuk mücadelesi veren yöre halkının kullandığı bilirkişi raporları ile Çevre Bakanlığı, Sayıştay ve Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün raporlarındaki tutarsızlıklara dikkat çekti. 
 
‘En çok kadınlar etkilendi’
 
Kamulaştırılan köylerde zeytin ve sebze üretimindeki köylülerin ilçeye taşınmak zorunda bırakılarak mülksüzleştirme, topraksızlaştırma politikalarına maruz kaldıklarını söyleyen Deniz, “Maden sahasının tam ortasında kalan köyler, Karadamlı ve İkizköylüler’de, 1979’dan beri ürettiği sebzeyi, dokuduğu halıyı satarak yaşamaya çalışan kadınlar kendi ekonomik özgürlüklerini kaybettiler. Erkekler santrallerde veya madende çalışırken bu kadınlara bu alanda yer yok. Kadınlar toplum hayatından soyutlanıyor, eve mahkum oluyor” dedi.
 
‘Kanunların etrafından dönülüyor’
 
Devletin Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Tasarısı adıyla sunduğu ancak Gezi eylemleri sırasında kamuoyunun muhalefetiyle çıkarılmayan tasarının önemli bileşenlerinden birisi sit alanları ile ilgili yönetmelikti. Deniz, sürecin çok sonrasında çıkarılan yönetmelikler aracılığıyla oluşturulan zeminle pek çok sit alanın derecelerinin düşürüldüğünü, başta madencilik, sanayi ve turizm gibi sektörlerin ekonomik faaliyetlere açılmasının sağlandığını söyledi. Deniz, aynı zamanda doğa koruma mevzuatına aykırı şekilde Maden ve Orman Kanunu’nun değiştirildiğini belirterek, “Tek bir ağacın dahi kesilmesine izin vermeyen zeytin yasası ise çok kez değiştirilmek istendi. Enerji politikalarına dair bu plansız ve saldırgan ‘kalkınma’ anlayışı orman alanları, zeytinlik alanlar, arkeolojik alanların Çevre Etki Değerlendirme yönetmeliğinin ya etrafından dönülerek ya da özel izinler çıkarılarak maden şirketlerinin kullanımına açıldı” diye belirtti.  
 
‘Santrallere verilen teşvikler dış borç açığı ile ilişkili’
 
Türkiye ve Polonya hükümetinin takas anlaşması ile 1983’te açılan Yatağan Termik Santrallerinin o dönemin bile ileri teknolojisi olmadığının altını çizen Deniz, ortalama 40 yıl olan ve hiçbir şekilde verimli çalışmayan santrallerin ömürlerinin uzatılmasının ülkedeki kamu bütçe açığını kapatmak ile ilişkilendirdi. İMF (Uluslararası Para Fonu)  gibi uluslararası finans kuruluşlarının siyasi baskısıyla Türkiye’nin 2000’lerin başından bu yana elindeki bütün bu termik santrallerde özelleştirme politikası yürüttüğünü ifade eden Deniz, sırayla Muğla’daki santrallerin hepsinin özelleştiğini sözlerine ekledi. 
 
Deniz, çevreyi kirlettikleri inkar edilen, üstelik kar etmeyen 15 termik santrali ilgilendiren duruma rağmen devletin bir şekilde bu şirketleri teşviklerle ayakta tutmaya çalıştığını belirtti. Çoğunun yandaş firmalar olduğunu aktaran Deniz, “Örneğin Limak 3. Havalimanı’nın müteahhitlerinden birisi, Bereket Muğla, Aydın ve Denizli’deki elektrik dağıtım şirketi Aydemir’in sahibi aynı zamanda İçtaş’ın Çanakkale’de benzer termik santral yatırımları var. Yani bu son 15 yıldır hükümet aracılığıyla beslenip büyütülen sermayenin biraz daha büyümesi için araç olarak kullanıldı. Pek çok teşvik mekanizması ve vergi muafiyetleri var. Bu santraller ve şirketler batmak üzere.  Türkiye’deki ekonomik krizin de bağlandığı bir yer burası. Bu şirketlere yapılan büyük teşvikler, kamu bankaları aracılığı ile verilen krediler, yurt dışından verilen krediler, yurt dışından verilen garantinin yüksek olduğu meblağlar, borçlar, Euro-Dolar bazında borçlar krizin tetikleyicisi. Santraller de büyük resim içerisinde önemli bir rol oynuyor” dedi.
 
‘Doğanın kirlenmesi tüm dünya halklarını etkileyecek’
 
Tüm ekolojik problemlerin sınır aşırı bir etkisi olduğunu dile getiren Deniz, “Muğla’da 3 termik santral, Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki geri bırakılmış küçük ada halklarının bir süre sonra yaşayabilecek topraklarının olmaması anlamına geliyor. Dünya veya Avrupa’daki iklim değişikliği ile ilgilenen kurumlar da bunun farkında ve özellikle son 2 yıldır Muğla halkının kendi kaynaklarıyla sürdürdüğü ekoloji mücadelesine destek vermeye başladılar. Örneğin iklim değişikliği ile ilgili mücadele eden ‘350.org’ gibi örgütler 2 yıldır Muğlalılarla, bilim insanlarıyla birlikte araştırıyor. Son süreçte gelmiş olsalar da dünya çapında yıllardır mücadele ediyor ve burada da süreceğe bekliyor” şeklinde konuştu. 
 
‘Birçok uluslararası kurum doğayı kirleten devletlere veri sağlıyor’
 
WHO’nun (Dünya Sağlık Örgütü) hava kirliliğinin, termik santrallerin insan sağlığına etkileri üzerine toplantılar yaptığını söyleyen Deniz, devletlerin ve karar vericilerin enerji, kentleşme ve ekoloji politikaları için hava kirliliğini önleme konusunda ihtiyaç duydukları verileri sunduğunu dile getirdi. Deniz, “WHO, BM Kalkınma Programı, BM Çevre Programı gibi örgütler esasında dünya devletlerinin bir araya gelip oluşturduğu kuruluşlar ve bu devletler aynı zamanda sermayenin çıkarlarını halkın çıkarlarından önde tutan devletler. 15-20 yıl içinde adım atmazsak başta insan türü olmak üzere bütün canlı türleri içinde bildiğimiz anlamda yaşanabilecek bir yer haline gelmeyeceğini yıllardır bağıra bağıra söylüyor, ama başta ABD, Avustralya, Kanada gibi ülkelerin tavırlarını değiştiremiyor. Bu da siyasi tercih olabilir” diye konuştu. 
 
‘Ekoloji mücadelesi siyasi bir mücadeledir’
 
Ekoloji mücadelesinin uzun soluklu ve emek, kadın, demokrasi mücadelesi gibi bütünlüklü siyasi bir mücadeleden bağımsız gelişmediğinin altını çizen Deniz, “Hepsinin birbiri ile bağlantılı ve özünde siteme karşı olduğunu söylemek lazım. Ekoloji mücadelesi politika üstü değil politik bir mücadeledir. Sanırım bunu kabul ederek çok fazla yol alabiliriz” dedi.