JES Yılmazköy'de hem doğayı hem kültürü bitirecek!

  • 09:05 20 Mayıs 2019
  • Ekoloji
AYDIN - Tahtacı Alevilerin yaşadığı köylerde kurulmak istenen JES'ler yüzünden halk tedirgin. Köylerinin 10 yıl içinde hem yaşam hem kültür anlamında yok olmakla yüz yüze kalacağını belirten Yılmazköylüleri, JES'lerin tamamen kaldırılmasını istiyor. 
 
Aydın şehir merkezine yaklaşık 1 kilometre uzaklıktaki Yılmazköy, İmamköy, Doğanköy ve Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi yanındaki Kalfaköy, Ken-Kipaş Elektrik Üretim AŞ tarafından sarmalanmış durumda. 2014'ten bu yana bölgede hukuka aykırı şekilde Jeotermal Enerji Santrali (JES) ve kuyular açan şirket, son olarak Devlet Su İşleri (DSİ) Müdürlüğünün kontrolündeki su kanallarına jeotermal boruları döşemek istedi. Yurttaşlar şirketin faaliyetine engel olurken, 11 ayrı kuruma konuya ilişkin dilekçe verdi. Tahtacı Alevilerinin yaşadığı köylerde 10 yıla kadar ciddi bir göçün yaşanacağını söyleyen yurttaşlar; canlıların, kültürün ve köyün yok olmasından endişe duyuyor.
 
'ÇED olumsuz raporu verildi' 
 
Aydın, Denizli ve İzmir'de jeotermal sondaj kuyuları ve santraller açan Ken- Kipaş ve Maren Maraş Elektrik Üretim Sanayi ve Tic A.Ş şirketlerinin ilk olarak 2014 yılında yüksek fiyata arsalar almasıyla Yılmazköy'e iş makineleri girmeye başladı. Köyün neredeyse içinde, 49 nolu parselde santral kurmak isteyen şirket, yaşam savunucularının ve köylülerin "Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) Raporu gerekli değildir" kararının iptali için davayı kazanmasıyla farklı yollar denemeye başladı. 
 
Çıkarılan jeotermal suları ara yollardan taşımak isteyen şirket, Aydın Büyükşehir Belediyesinin onayını alamayınca DSİ Genel Müdürlüğünün imzaladığı bir protokol ile boruları su kanallarından geçirme kararı aldı. Bu kararların alınması sürecinde ise şirket 3 defa ÇED raporu almaya çalışsa da yerleşim alanı, tarım alanları ve zeytinlikler içinde bulunan alan için bilirkişi tarafından ÇED olumsuz kararı verildi.
 
11 kuruma dilekçe ile başvuruldu
 
Bütün raporlara ve mahkeme kararlarına rağmen köyün ve tarlaların içinden geçen borular halen duruyor, santral çalışıyor ve yeni kuyular için DSİ Genel Müdürlüğü ile yapılan ve hiçbir şekilde gösterilmeyen protokole dayanarak ağaçlar kesilmeye, kuyular kazılmaya devam ediyor. Yaşam savunucuları ve köyde yaşayan yurttaşlar, 17 Mayıs'ta Valilik, Kaymakamlık, DSİ, Tarım ve Orman İl Müdürlüğü, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü dahil 11 kuruma dilekçe ile başvuru yaptı.
 
'100 zeytin ağacı, 300 meyve ağacı kesildi' 
 
En az yüzyılı aşkın bir süredir Yılmazköy'de yaşayan yurttaşlar, geceleri vanaların açılarak zehirli gazların havaya bırakıldığına şahitlik ettiklerini ve köyden göç etmek istemediklerini söylüyor. Açıkta olan boruların olası bir kazada patlamasıyla bir felaketin yaşanabileceği kaygısı taşıdıklarını belirten köy sakinlerinden Fatma Dilek, "Evlerin içine dek gidiyorlar. Çoluk çocuk hastalanıyor, kanser vakası arttı. Falan yerin bahçesi falan fiyata falancaya satılıyor. Onlar da sıcak suculara sattı. Zeytinlikler hep kesildi. 100 ağaca yakın zeytin, 300'e yakın meyve ağacı kesildi. Buraları duman alıyor. Dağın dibinden gece yapıyorlar" dedi.
 
'Hukuksuzluğa devam ediliyor'
 
Herkese zamanında sus payı verildiği için bazılarının da korkutulduğu için şimdi kimsenin pek itiraz edemediğini söyleyen Nergis Şahan ise, şirketin boru hattı boyunca olan yerleri "özel mülkiyet" diyerek koruduğunu belirtti. Kanunun çarpıtıldığını ifade eden Nergis, "Özel değil bu kamuyu etkiliyor. Ege Bölgesi Türkiye'nin cennetiydi, cehennemine çevirmeye çalışıyorlar. Bu topuğuna sıkmak demek. Kanser olanlar ilaç bile alamıyor. Ellerinde ÇED olumsuz raporları var ama engel olunmadı, dinlemiyorlar. 10 sene sonra köyü terk etmek zorunda kalacağız.  Bu bizim yararımıza değil. İncir, zeytin kurudu" diye ekledi. 
 
'Temiz hava diye geldik, ama!'
 
Yaklaşık 5 aydır engelli çocuğu için daha rahat ve temiz bir çevre olduğundan kaynaklı köye taşındığını söyleyen Derya Üzen de "Kötü kokular çıkıyor, nefesimizi yakan bir hissi var. Buraya daha temiz, daha rahat diye, özgür olayım diye geldim ama JES varmış. Bunu istemiyoruz" dedi. 
 
'Hayvanlar, insanlar ve kültür yok oluyor'
 
Tahtacı Alevilerinin köyü olan köylerin 10 yıl sonra boşalma tehlikesi altında olduğunu ve kültürün de yok olacağını ifade eden Güllü Can ise şunları dile getirdi: "Sıcak sulardan kanser hastalığı oldu. Bu ağaçların kurtarılması gerekiyor. Hepsi yadigar. Kendimize fazla olduğu zaman zeytini satardık. Bundan sonra başka yerlere kaçmak zorunda kalacağız. Bu köyü ilgilendirmez sadece. Tek başına mücadele olmaz destek olunmalı. Hepimizi, çocukları, hayvanları, bitkileri her şeyi etkiliyor."