'Türkiye nükleer çöplüğe dönecek, anlaşma algı operasyonu' 2021-10-22 09:08:32     Melike Aydın   İZMİR - Ekolojist Prof. Dr. Beyza Üstün, "algı operasyonu" olarak nitelendirdiği Paris İklim Anlaşması’nın onaylandığı sırada Meclis’ten de iki düzenlemenin geçtiğine dikkat çekerek, söz konusu düzenlemeler ile nükleer atık ihracat, ithalat ve yeniden üretimin önü açılarak, Türkiye’nin nükleer çöplüğe döneceği uyarısında bulundu.    Dünya genelinde birçok ülkenin üzerinde hemfikir olduğu tarihsel açıdan önem atfedilen Paris İklim Anlaşması, 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın New York’ta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda Türkiye’nin anlaşmayı onaylayacağını duyurması ardından “Paris Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” teklifi, Meclis’e gönderildi. Yaşam savunucularının ve iklim uzmanlarının da talep ettiği bu adım kapsamında teklif, muhalefet milletvekillerinin talebiyle tali komisyon olan Meclis Çevre Komisyonu’na gönderildi.    Meclis Çevre Komisyonu’ndaki görüşmelerin ardından teklif, esas komisyon olan Meclis Dışişleri Komisyonu’na sunuldu. Burada oybirliği ile kabul edilen teklif 6 Ekim günü Meclis Genel Kurulu’nda da görüşüldü. İktidarın ekolojik yıkıma neden olan politikalarının eleştirildiği Genel Kurul’da, teklif oylamaya sunuldu. Paris İklim Anlaşması, Genel Kurul’da bulunan 353 milletvekilinin oyuyla kabul edildi.   Prof. Dr. Beyza Üstün, 2015 yılında hazırlanan ve 2016’da birçok ülke tarafından imzalanan Paris İklim Anlaşması’na ilişkin hazırlanan kanun teklifinin Meclis’te kabul edilmesine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.    ‘Algı operasyonu’   Türkiye’nin anlaşmayı imzalamasını, “kapitalizmin algı operasyonunu ikinci kez kullanmak” olarak değerlendiren Beyza, Türkiye’nin amacının yenilenebilir ya da doğaya zararı olmayan enerji üretimi adı atlında uluslararası fondan yararlanmak olduğuna dikkat çekti.  Anlaşmanın imzalandıktan bir sonraki gün 7 Ekim’de Meclis’ten geçen ve Türkiye’nin nükleer atık ihracat, ithalat ve yeniden üretimin önünü açan iki önemli düzenlemeye dikkat çeken Beyza, bu şekilde Türkiye’nin Avrupa’nın ve uzak Asya’nın nükleer atık deposu olmaya aday olduğunu vurguladı.    ‘Türkiye’nin amacı fonlardan faydalanmak’   Beyza, Türkiye’nin anlaşmaya uzun süre imza atmamasının temel nedeninin ise Türkiye’nin de dahil olduğu gelişmiş ülkeler listesinde yer alması nedeniyle Birleşmiş Milletler’in de (BM) dahil olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından sağlanan fonlardan faydalanamaması olduğunu kaydetti. Beyza, Türkiye’nin hem 1’inci listede kalmak hem taraftar ülkeler arasında önde olmak hem de fondan yararlanmak hedefleri olduğunu sözlerine ekledi. Beyza, “Erdoğan, anlaşmayı imzalayacağını önce kamuoyuna duyurdu. Sonra da parlamenter yetkisini devre dışı bıraktığı Meclis’e sundu ve Meclis onayladı. Onaylanması sera gazı emisyonu katkısı vermeyecek olan projeleri üreten ülkelerin yaratacağı fonlara da talip olmak anlamına geliyordu. Şimdi bu fonlara talip” dedi.   ‘Türkiye atık deposu haline gelecek’   Ekoloji-politik mücadele verenlerin Akkuyu Nükleer Santrali yaptırmamaya dönük itirazların ancak santralin ihalesinin yapılmasından itibaren oluştuğunu ifade eden Beyza, ihalenin yapıldığı andan itibaren de Türkiye’nin nükleer atıkların deposu haline geleceği uyarısını yaptıklarını paylaştı. Beyza, “İktidar pek çok düzenleme yaptı aslında. Çevre Etki Değerlendirme (ÇED) yönetmeliğinde meraların, göllerin altına rahatlıkla nükleer atık depolanmasının önünü açacak ibareler koymaya başladı” diye belirtti.    ‘Nükleer atık alımı, satımı yeniden üretimi yasal’   Meclis’ten geçen iki düzenleme ile yurtdışından nükleer atıkları ithal etmek, ihraç edebilmek ya da yeniden üretime sokmanın yasallaştığını, Türkiye’nin Avrupa’nın nükleer atık sahası olmaya aday olduğunu yineleyen Beyza, “Nükleer santraller Asya’ya doğru kaydırıldı. Avrupa santrallerinden yavaş yavaş vazgeçiyor. Sadece atıkların bertarafı bile çok sorunlu. Bu atıkların içinde nükleer olanların yayılımı için bir kazanın olmasına hiç gerek yok. Bunların etkisini yıllardır konuşuyoruz.  Etkileri bu topraklar içinde, sadece bizim yüzyılımız için de değil. Genetik bozulmalara neden olacak bu atıklara Türkiye şimdiden aday” sözlerini kullandı.   ‘Canlı yaşamı tehlikede’   Anlaşmanın imzalanmasıyla beraber ‘yenilenebilir’ ve ‘etkisiz’ olduğu iddiasıyla yapılacak üretimlerin yaygınlaştırılmasının da önünün açılacağına işaret eden Beyza, şöyle devam etti: “Son derece tehlikeli bir viraj alıyoruz. Çünkü bu topraklar son 20 yıldır kapitalizmin krizlerinde çıkış için doğal yaşamdaki tüm kültürel varlıklar da dahil olmak üzere her şey sular altında. Ormanlar, tarım alanlarına deniz ve göllere Hasankeyf ve Sur’da olduğu gibi kent belleklerinin yok edilmesinde sermayenin çarklarına sokulmuş durumda. Madenler için ormanlarda taş ocakları açılmış durumda. Hızını alamamış sermaye, tüm yaşam alanlarını yeniden yapılaşmaya açmak için iktidarın desteğini alıyor. Yaşam sadece 100 yıl için değil ülke sınırlarının arasında olumsuz etkilerle değil genetik bozulmalara da yol açarak yıkıma götürecek. Sırf iktidar kendi varlığını sürdürsün sermaye çarklarını döndürsün diye.”   ‘Paris Anlaşması bir algı operasyonu’   Kapitalizmin Kyoto Protokolü, Kopenhag Kriterleri, Paris İklim Anlaşması gibi anlaşmalarla zaten algı operasyonu yürütürken Türkiye’nin de anlaşmaya imza atarak ikinci bir algı operasyonu yürüttüğünü vurgulayan Beyza, “Sürdürülebilir kalkınma olduğu sürece, en iyimser deşarj standartları zaten doğaya veriliyor, olanların da zaten öde ve devam et iznine tabi iken bir taraftan sera gazı etkisi yapılacak emisyonlarda bir azalma olmazken karbon borsasından sermaye biriktirecek yeni sanal alanlar açılmışken Paris İklim Anlaşması’nın da kapitalizm içinde iklim krizini düzenleyecek, onaracak yanı olmazken bir de üzerine bu maskeyi takıp bizim gibi ülkelerde sermayenin yeni alanlarına yol açmak sağlanacak. Sermaye her anlamda ister kirleterek ister kirletmeden yaşamı yok etmeyi sürdürecek” diye kaydetti.    ‘Canlının ihtiyacı üzerinden çözüm üretimi’    Sermayenin enerji sistemlerine karşı alternatif aramadığını, yaşamın özgürlüğü için halkların ihtiyacı kadar yerinde üretimlerden yana olduklarının altını çizen Beyza, artı üretimin devreye girdiği zaman yok etmenin de devreye girdiğine işaret etti. Beyza, “Türkiye coğrafyasında sular sermayeye teslim edilmiş durumda. Suya erişim tüm canlılar adına sıkıntılı. Bunun alternatifini sermaye üzerinden konuşmak, kapitalist sistem içinde çözüm aramak bizi kurtarmayacaktır. Bizi kurtaracak yaşam, eşit ve özgür kılacak ekolojik politik perspektifle yaşamı yeniden örmektir. Tüm canlıların ihtiyacı, doğanın yaşam hakkına saygı duyarak yaşamı yeniden düşünmek yeniden planlamaktır. Sorumluluk da söz de güç de bizim” diye konuştu.