İzmir’in karanlık yüzü: Ranta kurban edilen ekoloji 2019-04-21 09:07:18   Melike Aydın   İZMİR - Ekolojinin ekonomiye kurban edildiği projelerle İzmir’in kimliğini yitirmekte olduğunu belirten ÇMO Şube Başkanı Helil İnay Kınay, “Yerel ve merkezi yönetimlerin kararları birbiriyle çelişiyor. Karar alma süreçlerine sivil toplum kuruluşları, meslek odaları dahil edilmiyor” dedi.    Sanayileşme, kentleşme ve tüketim süreçlerinin 1980 sonrasında hızla gelişmesinin bir sonucu olarak Türkiye’nin doğal varlıklarının, kent ormanlarının, tarım alanları ve meraların yok olması ile ekolojinin ekonomiye kurban edildiğini söyleyen Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İzmir Şube Başkanı Helil İnay Kınay, kente dair sorunları anlattı.    ‘Devletin koruması gerekeni halk korumak zorunda kaldı’    Kanalizasyon sistemi, sağlıklı içme suyu olmayan, çöpleri toplanamayan, sağlıklı kentlerde sağlıklı yerleşim alanlarında yaşayamadıklarını belirten Helil, anayasada belirtilen sağlıklı çevrede yaşama hakkının ihlal edildiğini dile getirdi. Helil, “Öyle bir noktaya geldik ki devletin koruması gereken alanları korumadığı için bu alanları halkın kendisi korumak zorunda kalıyor” dedi.     ‘Harmandalı depolama alanı kangrene dönüştü’    Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) verilerinin dışında ÇMO tarafından her yıl İzmir Çevre Bilim Raporu yayınlanıyor. Rakamlara göre İzmir, Türkiye’deki iller içerisinde çevresel altyapısı anlamında en iyi olanlardan biri. Türkiye’deki arıtılan suyun yüzde 25’ini İzmir’in tek başına arıttığını ancak kontrol edilemeyen çevre planlaması ile alt yapısının yetersiz hale geldiğini söyleyen Helil “Harmandalı ilk düzenli projeli depolama alanıdır ama bu tesis kentleşme politikalarının yanlışlığı nedeniyle şehir içinde kalmış ve kangrenleşmiştir. Aliağa’da 1960’lı yıllardan bu yana var olan gemi söküm tesisleri ve termik santralleri ise çevresel kirlilik kapasitesini çoktan aşmasına rağmen halen büyük tehdit olarak devam ediyor” dedi.   ‘Su havzaları kirlendi’   Bergama ve Efem Çukuru altın madenciliği işletmeleri, Turgutlu Çaldağ’da ve Gördes’te sülfürik asitle işlem görecek bir nikel madeni işletmeciliği, Uşak Kışladağ’da sanayi ve madenciliğin çevresel riskler taşıdığını belirten Helil, Çevre, Şehircilik ve Orman Bakanlığı verilerinin hemen hemen bütün su kaynaklarının kalitesinin kötü düzeyde olduğunu söylediğini aktardı.    Helil, “Büyük Menderes, Küçük Menderes ve Gediz havzasındaki kaynaklar kirletildi ve tüketiliyor. Sulanan tarım arazileri ile beraber hayvancılık da etkileniyor. Bu da İzmir’in karanlık yüzü. Yönetim, madencilik, tarım, sanayi, enerji faaliyetlerinin hepsini birlikte değerlendirmemiz gerekiyor” dedi.   ‘ÇED raporlarına itiraz süreçleri olumsuz süreçler yaratıyor’   Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) yönetmeliğinin 18 kez değiştirilerek kirletici vasfı yüksek tesislerle daha az kirletici özelliği olan tesisler arasında ‘ek-1 ve ek 2’ listelerinin sürekli değiştirildiğini söyleyen Helil, “ÇED bir formalite halini almış durumda. ÇED olumlu raporlarına rağmen bilirkişi incelemeleriyle ÇED raporları iptal edildi. Bir kısırdöngü içinde davalarda zaman geçiyor ve faaliyetler bu esnada sürdürülüyor” diye konuştu.    ‘İzmir nükleer atıkla yaşıyor’   İzmir’in Gaziemir’de nükleer atıklarla beraber yaşayan bir kent olduğunu sözlerine ekleyen Helil,  “Türkiye’nin en yaşanabilir kenti seçilen İzmir, 2007 yılında tespit edilmiş, 2017 yılında bir gazete haberi ile tekrar gündeme gelmiş olmasına rağmen hala nükleer atıkla beraber yaşıyor” diye belirtti.    ‘Kentsel değil rantsal dönüşüm gerçekleşti’   Çevre ve insan süreçlerinin bir arada değerlendirilmeden gerçekleştirilen kentsel dönüşüm projelerinin de rantsal dönüşüme dönüştüğünü ifade eden Helil, yerinde kentsel dönüşümle buralarda yaşayan insanların daha yaşanabilir konutlarda yaşamasının mümkün olduğunu ancak yoksulların yerlerinden edildiğini onun yerine başkalarının yerleştirildiğini aktardı.    ‘Buz dağının görünmez yüzü: Hafriyat’   Kentin şantiyeye dönüştüğünü, yükselen binalar içinde kimliğini yitirmekte olduğunu dile getiren Helil, yapılış yıllarında yoğun asbest kullanılan binaların özel koşullarda yıkılması ve çıkan hafriyatın doğru rehabilite edilmesi gerekiyorken kontrolsüz bir şekilde doğaya bırakıldığını kaydetti.    ‘Allinoi’yi baraja feda ettik’   Allianoi antik kentinde yapılan barajı hatırlatan Helil, “Alianoi’yi bir baraja feda ettik. İnsani değerlerin değerlendirilmesi bir politika süreciydi. Tercih insanlıktan yana olmadı” diye konuştu.    ‘Yerel yönetimler kararlara dahil olmalı’    Planlama süreçlerinden yerel yönetimlerle merkezi idarenin çalışmalarında bütünsellik olmadığını, orman ve tarım alanlarının sanayi ve yeni konut alanına çevrilirken yeterli uzman kadroların seçilmediğini belirten Helil, şöyle devam etti: “İlgili birimler, odalar ve sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yönetmek anlayışını her yerde herkese söylüyoruz ama uygulamaya baktığımız zaman eylemlerle söylemler bir arada değil. Herkes süreçten sorumlu ama payları farklı. Yerel süreçlerle merkezi süreçlerin çatışması da bu sorunun bir parçası.”   ‘Yerel ve merkezin projeleri farklı’    Her bakanlığın kendine bağlı kurumlarla farklı projeler geliştirirken yerel yönetimlerin geliştirdiği projelerin birbiriyle çakışabildiğini söyleyen Helil, İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi (İZSU) Genel Müdürlüğü’nün Çamlı Barajı’nı geleceğin su kaynağı olarak görürken, Orman ve Su Bakanlığı’na bağlı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü’nün (DSİ) ise bu baraja gerek duymadığını kaydetti.  Helil, “Bu barajın olduğu yerde Efem Çukuru Altın Madeni işletiliyor. İçme suyu kaynağında böyle bir faaliyete merkezi yönetim izin veriyor. Bu çelişkilerden yalnızca bir tanesi” diye ekledi.