Çin’de kadın kimliği mücadelesi: Ding Ling

  • 09:02 4 Mart 2022
  • Dünya
 
Derya Ceylan
 
HABER MERKEZİ - Tarihsel geçmişiyle farklı dönemlerden geçen Çin’de kadınlar, bugün kapitalizmin en derinden hissedildiği bir ortamda erkek aklına karşı mücadeleye devam ediyor. Yaşamı tekrar tekrar ören kadınlar, günümüz koşullarına rağmen her yerde seslerini yükseltirken, hakları için direniyor. Ülkesinin feodalitesine karşı kalemiyle itiraz eden kadınlardan biri Ding Ling'dir.
 
Tarihe taşıdığı sıfatlarla yön veren kadınlar, aynı zamanda toplumun sahip olduğu değerlerin mimarıdır. Buna rağmen kadın, erkeğin yazdığı tarihten silinmek istercesine yok sayılır. Coğrafyalar farklı olsa da kadının erkek egemen yapı tarafından hedef alınışı gerçeği değişmiyor. Kadın varlığının, emeğinin, direnişinin görünmediği ülkelerden biri de Çin. Uzun bir tarihe sahip olan Çin için kimi araştırmacılar, ilk çağlarda toplumsal yaşamın ana soylu olduğu konusunda hemfikir. O döneme ait yeteri kadar kaynak bulunmasa da araştırmacılar, kadının doğurganlığının gizeminden ötürü kadının tanrıçalaştırıldığı ve soyun anneden devam ettiği görüşünde. Ancak ataerkil sistem ile birlikte bu toplum düzeni tersyüz olur.
 
Feodal toplum yapısında kadın
 
“Üç yol gösterici ve beş erdem” görüşü Çin feodal toplumunun ahlak sistemidir, aynı zamanda dünya medeniyetler tarihinde tarım toplumlarında oldukça yoğun bir şekilde görülen feodal sistem ideolojisidir. Buradaki üç yol gösterici, “Yönetici, tebaası için yol göstericidir”, “Baba, oğlu için yol göstericidir”, “Koca, karısı için yol göstericidir” şeklindedir. Kadını önce babaya, evlendiğinde “kocaya”, “koca” öldüğünde ise oğluna ait bir eşya olarak görülür.
 
Konfüçyüsçü düşünce tarzı ile kadın hedef alındı 
 
Ülkenin tarihsel geçmişinde, Konfüçyüsçü düşünce tarzı genel bir kabul görürken, “gelenek” adı altında kadını hedef alan ifadeler söz konusu. Konfüçyüs’ün söylemlerinin yer aldığı “Konuşmalar” kitabında geçen “erdemsiz insan” ile kadınlara da atıfta bulunulduğu belirtilir. Çin Pekin Normal Üniversitesi Profesörü Yu Dan, “Lunyü Xinde” adlı Konuşmalar eseri hakkında yaptığı çalışmasında şöyle diyor: “‘Küçük insan erdemli insanın karşıtı olan erdemsiz insan’ anlamına gelir. Neden kadını ve erdemsiz insanı beslemenin zor olduğu söylenir? Önceki eğitim sistemlerinde, kadının yeteneksiz olması erdemdir, kadının tamamıyla eğitim alma ihtimali yoktur. Doğa görüşü, bilgisi yoktur. Özgür ekonomik bir yeri yoktur, bu yüzden kadın ve erdemsiz insan aynı kategoriye girer.”
 
Kısacası, Konfüçyüs’ün de Çin toplumundaki ataerkil-feodal yapıyı besleyen, kadını eğitimde, siyasette, sosyal yaşamda geri planda gören, hatta yok sayan görüşleri bugüne kadar uzanır.
 
Tarih erkek eliyle değiştirilir
 
Son yüzyılda birçok alanda maruz kaldıkları baskıları ifşa eden kadınlar, bu süreçte en fazla siyasi ve sosyal baskılara karşı direnir. Binlerce yıla dayanan erkek egemen sistem karşısında kadın defalarca istismara maruz kalırken, tarihi ise erkek eliyle değiştirilir. 
 
Bebeklerin cinsiyetinin öğrenilmesi yasaklanır
 
Günümüzde ise 1 milyar 300 milyonu aşkın nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin’de nüfusun yüzde 48,6’sını kadınlar oluşturuyor. Kadın sayısının diğer ülkelere oranla kısmen daha az seviyede olmasının nedeni ise, kız çocuğu istemeyen ailelerin gelenek adı altında hamilelik dönemlerinde bebeklerini aldırmasıdır. Bu nedenle, hastanelerin ailelere hamilelik döneminde bebeklerin cinsiyetini söylemesi yasaklanmış durumda. Söz konusu yasak sonucunda bazı şehirlerde kadın nüfusunun erkek nüfusunu geçtiği belirtiliyor. 
 
‘Gelenek’ adı altında değişmeyen yaşamlar
 
Geleneksel düşünce toplumu erkek çocuk sahibi olmaya itse de, maddi açıdan konuya yaklaşan Çinliler, kız çocuğa sahip olmanın daha doğru olduğunu düşünüyor. Yine bu geleneksel düşünceleri günümüzde de sürdüren erkekler, evli oldukları kadınların kendilerinden daha bilgili ve daha eğitimli olmalarına karşı. Bu durum nedeniyle ülkede eğitim almış kadınların yaklaşık yüzde 50'si bekar olarak yaşamlarına devam ediyor. Bu oran, aynı konumdaki erkeklere oranla yüzde 10 daha fazla.
 
Kapitalizmin en yaygın olduğu ülke
 
Diğer yandan ülkede kadına yönelik taciz, tecavüz gibi olaylara dair resmi bir rakam yok. Kırsal kesimlerde tacizin, tecavüzün yoğun bir şekilde yaşandığı ve ucuz işgücü olarak görülen kadınların çalıştığı yerlerde maruz kaldığı taciz, mobbing ve benzeri sorunlar karşısında son yıllarda seslerini yükseltmeleri söz konusu. Kapitalizmin en hızlı yayıldığı ve açık bir şekilde kendini gösterdiği ülkede, kadınların yüzde 63,3'ü çalışıyor. Bu oran, dünyadaki ülkelerin çoğundan daha ileri seviyede. Bu oranın büyüklüğü, Çin'in dünya piyasasına sahip olmasının en büyük etkenlerden biri.
 
Kadınlar ücret eşitsizliğine karşı 
 
Ülkede, kadınlar işgücüne neredeyse erkekler kadar katkıda bulunuyor olsa da ücretler konusunda erkekler ile kadınlar arasında geleneklerin etkisini hissetmek mümkün. Öyle ki yapılan bir araştırmaya göre kadınlar, erkeklere oranla ortalama yüzde 35 daha az maaş alıyor. Bu oran şehir merkezlerinde daha az olurken, kırsal kesimlerde yüzde 44'e kadar çıkabiliyor. Kadınlar işgücüne büyük katkı sağlasa da firma sahipleri ve müdürler açısından bakıldığında doğu kültürünün etkilerini hissetmek mümkün. Çin'deki firmaların üst düzey yöneticilerinin sadece yüzde 17'sini kadınlar oluşturuyor. 
 
Kadınlar siyasi statülerden yararlanamıyor
 
Eğitim alanında her ne kadar kadınlar daha ön planda olsa da ülkede kadınlar, erkeklere atfedilmiş olan sosyal veya siyasi statülerden yararlanamıyor. Sık sık fiziksel istismara maruz kalan, sosyal hayatta ayrı tutulan ve eşinin diğer birlikte olduğu kadınlarla rekabete zorlanan kadın sayısı da oldukça fazla. 
 
Sınıf ayrımı oldukça fazla 
 
Ülkede sınıf ayrımı açıkça kendini gösterirken, buna gör kadınların yaşamlarına dair bir kontrol etme durumu ortaya çıkar. Bu durumda olan kadınların çok sınırlı bir hareket özgürlüğü vardır. Ev içerisinde kadınlar, ev ekonomisinin yürütülmesi ve çocukların eğitilmesi gibi birçok önemli işten sorumludur. Yine de ev içerisinde karar alma yetkisine sahip değildir. 
 
Çin’de yaşanan bir diğer sorun ise fuhşa sürüklenme. Ülkede normalleştirilen bu durum karşısında kadınlar arasında da bir sınıflandırma söz konusu.
 
Gelenekleri reddetti
 
Tüm bu baskılar karşısında direnen kadınlar, eril öğretileri yıkmayı, özgürlüğü, eşitliği kazanmayı amaçlıyor. Direnişiyle tarihe yön veren kadınlardan biri de Ding Ling’dir. 12 Ekim 1904’te dünyaya gelen Ding, henüz üç yaşındayken babasını kaybeder. Annesini kendisine örnek alan Ding, annesinin deneyimlerini anlattığı “Anne” adlı bitmemiş bir roman kaleme alır. Genç yaşlarda aktivist olan Ding, bu süreçte kuzeniyle evlendirilmek istenir. Ancak bu evliliği reddeder ve ülkedeki geleneksel aile uygulamaları karşısında 1920’de Şanghay’a gider. Ebeveynlerin çocuğun bedeni üzerindeki sahiplik görüşünü reddeden Ding, kendi bedenine sahip olduğunu ve onu kontrol ettiğini vurgular. Bu dönemde, Çin'de meydana gelen "Yeni Kadın" hareketine olan yakın ilişkisini ve inancını dile getirir. Komünistlerle bağından dolayı Mart 1932'de Çin Komünist Partisi'ne katılır ve bu zamandan sonra kurgularının neredeyse tamamı onun hedeflerini destekler. Ding ayrıca Sol Yazarlar Birliği'nde de aktiftir. 
 
Cinsiyet eşitsizliğine itiraz eder 
 
1933'ten 1936'ya kadar Kuomintang tarafından Şanghay'da ev hapsine alınan Ding, kaçarak Yenan'ın Komünist üssüne doğru yola çıkar. Yenan’da en ektili simalardan biri olan Ding, Çin Edebiyatı ve Sanat Derneği'nin direktörü olarak görev yapar ve bir gazetenin edebi ekini düzenler. Ding, partisinin devrimci ihtiyaçlarının sanattan önce gelmesi gerektiği fikriyle mücadele ederken, aynı zamanda Yenan'da işyerindeki cinsiyet eşitsizliğine de itiraz eder. 1942'de bir parti gazetesinde “8 Mart'a dair düşünceler” başlıklı bir makale yazar, partisinin kadınlara yönelik popüler tutumları değiştirme kararlılığını sorgular. Ding, kadınlarla ilgili erkeklere çifte standart uygulandığını, ev işleri ile ilgili alay edercesine tavırlar sergilendiğini, ancak bekar kalırlarsa kamusal alanda çalışınca dedikodu ve söylentilerin hedefi haline geldiklerini söyler. Ding, ayrıca erkeklerin istemediği işlerden kurtulmak için boşanma hükümlerini kullanmasını da eleştirir. Onun makalesi, Mao Zedong ve parti liderleri tarafından kınanırken, görüşlerini geri almaya ve halka açık bir itirafta bulunmaya zorlanır.
 
Stalin Edebiyat Ödülü’ne layık görülür
 
Ding'in bu yıllarda ana eseri, 1948'de tamamladığı “Sanghan Nehri Üzerinde Güneş Parlıyor” romanıdır. Bu romanı, “Kırsal Bir Köyde Toprak Reformunun Karmaşık Sonuçları” takip eder. 1961'de Stalin Edebiyat Ödülü'ne layık görülen eser, sosyalist-gerçekçi kurgunun en iyi örneklerinden biri olarak kabul edilir. Ancak eserde yer alan cinsiyetçi sorunlara değinilmez. 
 
Beş yıl hapis
 
Her zaman politik bir aktivist olan Ding, 1957’de “sağcı” olmakla suçlanır, partiden ihraç edilir, kurgu ve denemeleri yasaklanır. Bu süreçte 5 yıl hapis yatar. “Bayan Sophie’nın Günlüğü” ve “Diğer Öyküler” kitabının girişinde Ding, diğer kültürlerin yazarlarına olan borçluluğunu şu sözlerle anlatır: “Batı edebiyatından etkilenmemiş olsaydım, muhtemelen kurgu yazamazdım ya da en azından bu koleksiyondaki türde bir kurgu yazamazdım diyebilirim. İlk öykülerimin batı gerçekçiliğinin yolunu izlediği belli. Kısa bir süre sonra, Çin devrimi geliştikçe çağın ve Çin halkının ihtiyaçlarına göre kurgum değişti. Edebiyat zihinleri birleştirmeli. Cehaleti karşılıklı anlayışa dönüştürmek. Zaman, mekan ve kurumlar onu kazandığı arkadaşlarından ayıramaz. Ve benim için manevi bir acı olan 1957’de Latin Amerika ve Afrika edebiyatını çok okumakla teselli buldum.” 
 
ABD’ye seyahat izni 
 
Ding’in ölümünden birkaç yıl önce, Lowa Üniversitesi’nin Uluslararası Yazma Programında misafir olarak bulunduğu ABD’ye seyahat etmesine izin verilir. Ding ve eşi Chen Ming, 1981’de 10 günlüğüne Kanada’yı ziyaret ederek Kanadalı yazarlar Margaret Laurence, Adele Wiseman ve Geoff Hancock ile görüşürler. 
 
300’den fazla eseri vardır
 
300’den fazla eser yazan Ding’in, “Sanghan Nehri Üzerinde Güneş Parlıyor” adlı romanı gibi daha önce yasaklanmış kitaplarının çoğu yeniden yayımlanır ve çok sayıda dile çevrilir. 50 yıllık bir dönemi kapsayan kısa eserlerinden bazıları, “Ben Kendim Bir Kadınım: Ding Ling’in seçilmiş yazıları”nda toplanır. 
 
Ding, 4 Mart 1986 yılında Pekin’de yaşamını yitirir.