Zehra Doğan: Devlet zihnimi asla tutuklayamadı

  • 09:01 1 Nisan 2019
  • Dünya
HABER MERKEZİ - The Independet'a konuşan gazeteci/ressam Zehra Doğan, "Ben demir parmaklıkların arkasındaydım, fakat özgürdüm. Devlet beni fiziksel olarak bir mekana tıksa da zihnimi asla tutuklayamadı" dedi. 
 
Mardin'in Nusaybin ilçesinde 2016 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında ilçeden yaptığı haberlerden ve sosyal medya paylaşımlarından dolayı "Örgüt propagandası" suçlamasıyla tutuklanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Jin Haber Ajansı (JINHA) editörü gazeteci Zehra Doğan tutuklu bulunduğu Tarsus Kadın Kapalı Cezaevi'nden 24 Şubat'ta tahliye edildi. 
 
İngiliz gazetesi The Independet'a konuşan Zehra, ilk olarak Nusaybin'deki yasak döneminde yaşananlara dikkat çekti. 
 
Zehra, Nusaybin'de yaşananları ve tanıklıklarını şu şekilde özetledi: 
 
"Türkiye'de sanatım yüzünden hapisten yeni çıktım, ama susturulmayı reddediyorum. Türkiye beni Nusaybin'i resmettiğim için hapsetti ama uluslararası dayanışmayı hesaba katmadı. Türkiye'de Kürtlerin yaşadığı kentlerde 2015 yılında güvenlik güçleri ile silahlı gruplar arasında çatışmalar başladığında bir Kürt gazeteci olarak kendimi o kentlere gitmek zorunda hissettim. Türkiye'de neredeyse tamamı hükümetin kontrolünde bulunan medya, yalnızca güvenlik güçlerinin paylaştığı bilgileri haberleştiriyor, bunları da tek taraflı ve hatta bir propaganda şeklinde yayınlıyordu.
 
'Korkuya teslim olmak baştan kaybetmektir'
 
O yıllarda, kadın haber ajansı JINHA'da çalışıyordum. Sadece kadınlardan oluşan ve tüm haberlerini feminist bir perspektifle hazırlayan JINHA'nın bir hükümet kararnamesiyle kapatılmasına daha bir yıl vardı. Zamanla ordunun kuşatma altına aldığı, 7/24 sokağa çıkma yasağının uygulandığı, çatışmalar sırasında ölen sivillerin cenazelerinin günlerce sokak ortasında kaldığı bu kentlere gitmeden önce çevremden 'Gidersen tutuklanabilirsin' diye uyaranlar oldu. Fakat orada olmasam, halkımı yalnız bırakmış olacaktım. Eğer Kürt basını olmasaydı yaşadıkları, yalnızca tek taraflı bir şekilde geçecekti kayıtlara. Tutuklanmaktan, çatışmalarda yaralanmaktan korkuyordum ama bu bir gazeteci olarak yapmam gerekeni engelleyemezdi. Korku insanidir, ama bir baskı rejimine karşı gerçekleri halka duyurmak için mücadele ederken korkuya teslim olmak, baştan kaybetmek demektir.
 
'Yaşanan acıları çizerek sosyal medyada paylaştım'
 
Aylarca çatışma bölgelerinden haber geçtik, gördüklerimizi ve bu kentlerde yaşayanların tanıklıklarını aktardık. Fakat haberlerimiz Türk basınının büyük bir kısmı tarafından görmezden geliniyordu. Haberlerimizin yayınladığı internet siteleri sansürleniyordu. Ben de bir ressam olarak, orada yaşananları aktarmak için resmi de kullanmaya karar verdim. O sırada içinde bulunduğum Nusaybin kentinin yıkımını ve yaşanan acıları, kalemi bulunan akıllı telefonumda çizerek sosyal medyadan paylaşmaya başladım. Ana akımın sansürünün olmadığı sosyal medyada bu resimler sıklıkla paylaşılmaya başlandı. 2010'lu yıllarda bir çatışma bölgesinde yaşananları aktarmak için 1800'lerdeki savaş ressamları gibi resim yapmam gerekeceği hiç aklıma gelmezdi…"
 
'Sanatta eleştirinin sınırı olur mu?'
 
Zehra devamında, Nusaybin'den çıktıktan sonra gözaltına alındığını belirtti. Zehra şunları dile getirdi: "Bunlar sosyal medya kullanıcılarının yanı sıra devletin de dikkatinden kaçmamış olacak ki, çatışmaları takip ettiğim Nusaybin kentinden çıktıktan bir gün sonra gözaltına alındım, ardından tutuklandım. Ceza almamın gerekçesi olarak yaptığım resim ve haber gösteriliyordu. Türk yargısı, sanatçıların 'sanatta eleştirinin sınırı olur mu, olursa bu sınır nerededir' gibi soruları kısa yoldan cevaplamış ve benim resmimin 'sanatın eleştiri sınırlarını aştığına' hükmetmişti."
 
'Notlarım yok edilmelerine rağmen yılmadım'
 
Cezaevinde ise başlangıçta resim yapmasına izin verildiğini ancak sonradan engellendiğini ifade eden Zehra, "Cezaevinde başlangıçta resim yapmama izin veriliyordu. Dışardaki insanları gösterdiği dayanışma sayesinde cezaevine tuval, boya ve fırça gönderiliyor, ben de bunlara hem resmediyor, hem de cezaevindeki diğer kadınlara resim yapmayı öğretiyordum. Fakat Türkiye'de artan yasaklara paralel olarak dışardan resim malzemesi kabulü de yasaklandı. Unuttukları şey, her baskının karşısında kendi direnişini yarattığıydı: Ben de kendi resim malzemelerimi üretmeye başladım. Meyveler, sebzeler, içecekler ve cezaevindeki kadınların regl kanı benim boyamdı. Fırçam ise cezaevi avlusuna düşen kuş tüyleri ve kadınların saçları… Dışarda ürettiğimden çok daha fazlasını bu baskı koşulları altında ürettim, onlarca resmime ve bir roman için yazdığım notlara el konulmasına ve yok edilmelerine rağmen yılmadım" diye konuştu. 
 
'Uluslararası örgütler serbest bırakılmam için çağrı yaptı'
 
Zehra, Türkiye'de hükümetin medyayı kontrol ettiğini ve seslerinin duyulmasını engellese de uluslararası dayanışmayı engelleyemediğini vurgulayan Zehra, "Türkiye'de 'terörist' olarak gösterilirken resimlerim çeşitli Avrupa ülkelerinde sergilenmeye başladı. Haberim bile olmadan uluslararası ödüllere aday gösterildim ve bunların bir kısmını kazandım. Mahkemenin 'sanatın eleştiri sınırlarını aştı' dediği resmim New York'ta Banksy tarafından bir duvara yansıtıldı. Çok sayıda uluslararası örgüt ve sanatçı serbest bırakılmam için çağrı yaptı ve Türkiye'deki tutuklu gazetecilere dikkat çekti. İktidarın susturmaya, sansürlemeye çalıştığı sanatım ve sözlerim bu baskılar nedeniyle dünyanın dört bir yanına yayıldı. Çok sayıda ülkeden dayanışma mektupları ve kartpostallar aldım. Her bir mektubun yaydığı iyimserliği kelimelerle tarif etmek zor" sözlerini kullandı.
 
'Birçok kesimden destek gördüm'
 
Cezaevinde olduğu sürece birçok kesimden destek gördüğünü kaydeden Zehra, "Bütün bunlar yalnızca benim için değil, cezaevinde kaldığım diğer kadınlar, sanatçılar, siyasetçiler ve akademisyenler için de büyük bir destek. Cezaevine bazen alınan, az sayıda hükümet kontrolünde olmayan gazetelerde bir ödül veya dayanışmanın haberini gördüğümüzde herkes bir anda gazetenin başına koşuyor, sevinçle haberi okuyorduk. Ve görüyorduk ki Türkiye sınırları içinde her ne kadar itiraz edenler susturulsa ve sansürlense de sesimiz Türkiye sınırları dışında özgürce yankılanıyordu. İşte bu, cezaevindeki siyasi tutuklulara büyük bir moral veriyor" diye belirtti.
 
'Uluslararası dayanışma her şeyden önemli'
 
"Ben demir parmaklıkların arkasındaydım, fakat özgürdüm" diyen Zehra sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Devlet beni fiziksel olarak bir mekana tıksa da zihnimi asla tutuklayamadı. Bugün Türkiye'de cezaevlerinde binlerce özgür düşünceli insan, cezaevleri dışında ise hükümetin beyin yıkamasına maruz kalmış milyonlarca tutuklu zihin var. Cezaevindeyken gösterilen dayanışmanın önemine birebir tanık olmuş biri olarak, bugün tüm dünyanın Türkiye'deki tutuklularla daha fazla dayanışma göstermesi gerektiğini düşünüyorum. Benim tutuklu olduğum dönemden farklı olarak, bugün cezaevlerinde milletvekili Leyla Güven'in başlattığı, binlerce kişinin 100 günden uzun süredir devam ettiği bir açlık grevi dalgası var. Talepleri ise son derece yasal ve basit, PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın yasal olarak güvence altına alınmış avukatlarıyla görüşme hakkını kullanabilmesi. Pek çok kişi bugün ölümün sınırında, 5 siyasi tutuklu da bu durumu protesto etmek için yaşamına son vermiş durumda. Bu talebe acil bir şekilde ses verilmesi gerekiyor.  Türkiye basınının büyük bir kısmında bu durum küçücük bir haber olarak bile verilmezken bunun duyulması ve hükümetin üzerinde uluslararası baskı oluşması için uluslararası dayanışma her şeyden önemli." 
 
'O'nları unutmayın ses olun'
 
"Ben şimdilik dışarıdayım ama düşüncelerinden ötürü çok sayıda gazeteci, sanatçı, öğrenci, akademisyen ve siyasetçi tutuklu" diyen Zehra son olarak, "Bu insanlar, Türkiye'deki cezaevlerini dünyanın en büyük eğitim kurumuna dönüştürebilecek kadar çoklar fakat not defterlerine el konuluyor, okumak istedikleri kitaplar yasaklanıyor, ürettikleri sanat eserleri parçalanıyor. Onları unutmayın ve seslerine ses olmak için elinizden geleni yapın" ifadelerinde bulundu.