Sabiha Baloch: Yöneticilere değil halklara ait bir Orta Doğu 2025-04-23 09:03:12   Melek Avcı   ANKARA -  Beluc Yakjehti Komitesi'nin lideri Sabiha Baloch, Belucistan ve Kürdistan’daki kadın liderlere yönelik saldırılar ile idam cezalarının birbirine bağlı olduğunu belirterek, “Bugün tanık olduğumuz zulüm bir tesadüf değil. Orta Doğu, yöneticilere değil halklara ait olacak” dedi.    Pakistan'da Beluçlara yönelik baskı, kaybetme ve gözaltılar sürerken İran’da da idam cezaları peş peşe veriliyor. Belucistan’da 21 Mart’tan bu yana bine yakın kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanlar arasında çok sayıda Beluc Dayanışma Komitesi (BYC) aktivisti kadın da yer alıyor. Eyalet genelinde eylemler farklı şekillerde devam ederken, gözaltına alınan BYC liderleri Dr. Mahrang Baloch, Sibghatullah Shahji, Bebigar Baloch, Gulzadi Baloch, Bebo Baloch’un ve diğer siyasi tutsakların aileleri eylemlerini sürdürüyor.   Belucistan'da tıp doktoru ve siyasi aktivist olan, Beluc Yakjehti Komitesi'nin merkezi liderlerinden Dr. Sabiha Baloch, bu saldırılara karşı mücadele yürütüyor. Dr. Sabiha Baloch, Beluçlara yönelik saldırıları ve halkların mücadelesini anlattı.   ‘Tutuklamalarda yasal süreç işlemiyor’   Belucistan’da şiddetin, aktivistlerden ailelere doğru ilerlediğini söyleyen Sabiha Baloch, liderlerin cezaevlerinde belgeler imzalamaya zorlandığını belirtti. Sabiha Baloch, “Şu anda Beluc Yakjehti Komitesi'nin ana liderleri hükümet tarafından hapiste tutuluyor. Cezaevinden çıkıp serbest kalan aktivistler de acımasız bir şekilde tacizli takip ve gözetim altındalar, izleniyorlar. Aradıkları aktivistleri bulamadıklarında ise aile üyelerine gidilerek aile üyeleri tutuklanıyor, tehdit ediliyor ve taciz ediliyor. Bu tutuklamalarda çoğu zaman herhangi bir yasal süreç ya da adil yargılanma hakkı tanınmıyor. Yargı, adaleti sağlamak yerine tüm yetkisini fiilen hükümete devretmiş durumda. Hükümet, Beluc Yakjehti Komitesi'nin (BYC) militan gruplar için bir vekil olduğu söylemini öne sürerek, kendisini tüm muhalefeti ezmeye kararlı bir ‘baskıcı devlet’ ilan etti. Bu arada, hareketin cezaevindeki liderleri, çıktıkları takdirde gelecekte herhangi bir protestoya katılmalarını veya organize etmelerini engelleyen anlaşmalar imzalamaya zorlanıyor; korkutuluyor, tehdit ediliyorlar” sözlerini kullandı.   ‘Hükümet ‘öldür ve at’ politikası yürütüyor’   Beluç halkının protestolarının temel nedenini, yıllardır süren tutuklama, katliam, baskı ve kaybettirme olarak açıklayan Sabiha Baloch, “Belucistan genelinde binlerce insan kaçırma tarzı tutuklamalara maruz kaldı. Pek çok vakada zorla kaybedilenlerin parçalanmış bedenlerini bulduk. Geri dönüşler böyleydi. 2009 yılından bu yana ‘öldür ve at’ politikası yürürlüktedir. Bugün sahte kaybettirmeler ve hedef gözeterek katletmeler, bölgede hayatın ‘rutin’ bir parçası, normali haline gelmiştir. Bu rastgele bir şiddet değil, sistematik bir soykırımın parçasıdır. Bu baskının temel nedeni ise Belucistan'ın muazzam doğal zenginliğidir. Devlet, eyaletin kaynaklarını hesap verebilirlik, istişare ya da adil dağıtım olmaksızın sömürmeye çalışıyor. BYC gibi hareketler seslerini yükseltip süregelen baskıyı sorguladıklarında, hükümet acımasız bir baskıyla karşılık veriyor; aktivistleri tutukluyor, protestoculara ateş açıyor ve sahte davalar açıyor. Bugün Karaçi'den Belucistan'ın dört bir yanına protestolar düzenleniyor ve bunlara her biri devlet şiddetiyle, göz yaşartıcı gaz, mermi ve baskıyla karşılık veriliyor. Devlet baskısını sürdürüyor ve buna karşı seslerini yükseltenler de aynı baskıyla karşılaşıyor” diye konuştu.     ‘Güçlü ve örgütlü kadın varlığı esastır’   Halkına yönelik bu soykırım şiddetine karşı kadınların eylemlerle direniş gösterdiğini ifade eden Sabiha Baloch, kadınların politik bilinçle örgütlendiğini söyledi. Sabiha Baloch şöyle konuştu: “Beluc kadını, devletin her türlü baskısından en derinden etkileniyor. Oğlu, kardeşi ya da kocası devlet vahşetinin kurbanı olduğunda, protesto etmekten başka çaresi kalmıyor. Protesto, onun tek direniş biçimi haline gelir. Fakat Beluc kadınları sadece duygusal olarak hareket eden katılımcılar değil, aynı zamanda bu hareketin bilinçli ve politik olarak farkında olan üyeleridir. Her zaman devlet şiddetinin doğrudan kurbanı olmasalar bile, bu şiddetin en aktif ve sesli muhaliflerinden biri olmaya devam ediyorlar. Bir sesin etkili olabilmesi için örgütlü olması gerekir. Kadınların örgütlenebilmesi için de onlar için barışçıl, güvenli ve güçlendirici yapılar ve örgütler olmalıdır. Kadınların sadece bu örgütlere dahil edilmeleri değil, aynı zamanda onlara liderlik etmeleri ve hareketin sürdürülmesine, yayılmasına yardımcı olmaları esastır. Güçlü ve örgütlü bir kadın varlığı, hem baskıya karşı direnmek hem de Beluci direnişinin geleceğini şekillendirmek için hayati önem taşımaktadır.”   ‘Bu basit bir baskı değil örgütlü direniş fikrine yönelik bir saldırıdır’   Gerek Belucistan’da gerekse de Kürdistan’da kadın aktivist ve liderlere yönelik saldırıların, idam cezalarının tamamen birbiriyle bağlı olduğunu söyleyen Sabiha Baloch, şöyle devam etti: “Bugün Belucistan'da, Kürdistan'da ya da diğer ezilen uluslarda tanık olduklarımız bir tesadüf değil. Otoriter rejimlerin direnişi ezmek ve siyasi bilinci susturmak için uyguladığı daha geniş ve sistematik bir stratejinin parçasıdır. Devlet, her türlü muhalefeti, özellikle de bu muhalefet kadınlardan geliyorsa, sınırsız iktidarına yönelik bir tehdit olarak görmektedir. Beluç kadınlar, oğullarının, erkek kardeşlerinin ve kocalarının kaybolmasını protesto ettiklerinde kriminalize ediliyorlar. Kürt kadınlar, siyasi olarak örgütlendiklerinde ya da özerklik talep ettiklerinde ölüme mahkûm ediliyorlar. Bu basit bir baskı değil; örgütlü direniş, kimlik ve adalet fikrine yönelik bir saldırıdır.   Adalet için verilen köklü mücadelenin ifadeleri     Siyasetçileri ve aktivistleri, özellikle de kadınları hedef almak; baskıcı rejimler için iki amaca hizmet eder. Bunlardan biri, direniş hareketlerinin liderliğini yok etmek, diğeri ise topluma, barışçıl ve demokratik sesler de dahil olmak üzere, kimsenin güvende olmadığına dair tüyler ürpertici bir mesaj göndermektir.  Ancak devletin hafife aldığı şey, bu hareketlerin dayanıklılığıdır. İster Pakistan'daki Beluc Yakjehti Komitesi olsun, ister Türkiye'deki Kürt kadın hareketi; bunlar münferit ayaklanmalar değil, haysiyet, adalet ve hayatta kalmak için verilen köklü mücadelelerin ifadeleridir. Siyasi aktivistlere ve kadın liderlere yönelik zulüm, kendi halkından korkan bir sistemin belirtisidir. Tarih bize defalarca göstermiştir ki, sesler susturulduğunda yok olmazlar, insanlar arasında daha yüksek bir sesle yankılanırlar.”   İlerlemenin tek yolu: Ulus ötesi dayanışma   Orta Doğu coğrafyasında halklara yönelik katliam ve saldırıları önlemek için “Öncelikle ne olduklarının adını koymalıyız: kökleri sömürgecilik, militarizm ve devlet üstünlüğüne dayanan sistematik şiddet eylemleridir” diyen Sabiha Baloch, “Bunlar münferit olaylar değil; kimlikleri silmeye, direnişi dağıtmaya, toprakları ve kaynakları sömürmeye yönelik koordineli girişimlerdir. İlerlemenin tek yolu, kolektif direniş, ulusötesi dayanışma ve örgütlü siyasi hareketlerden geçmektedir. Kürt, Beluç, Êzidî, Alevî ve diğer ezilen halklar, ortak mücadelelerinin farkına vardıklarında; kendilerini bölen sınırlardan ve rejimlerden daha güçlü hale gelirler. Tabandan gelen hareketlerin, özellikle de kadınları, işçi sınıfını ve yerli sesleri merkeze alan hareketlerin öncülük etmesi elzemdir. Devletin en büyük korkusu örgütlü bir halktır. Bu yüzden aktivistleri hapsediyor, öğrencileri kaybediyor ve direniş ruhunu korku ve şiddet yoluyla kırmaya çalışıyor. Ancak güvenli, kapsayıcı ve bilinçli örgütler inşa ettiğimizde, bu korkuyu ortadan kaldırmaya başlarız. Sessiz kalarak suç ortaklığı yapan uluslararası kurumlardan da hesap verebilirlik talep etmeliyiz. Bu zulümler, yalnızca kınama sözleriyle sona ermeyecek; küresel sivil toplum bu hareketleri desteklediğinde, siyasi baskı uyguladığında ve devlet şiddetini besleyen kaynakları kestiğinde sona erecektir" sözlerini kullandı.    ‘Demokratik bir Orta Doğu ezilenlerin kolektif çabasıyla gelecek’   Demokratik bir Orta Doğu inşası için tüm ezilenlerin birlikteliğinin gerektiğini ifade eden Sabiha Baloch,  “Demokratik ve birleşik bir Orta Doğu, sadece bir olasılık değil; aynı zamanda bir gerekliliktir. Ancak böyle bir gelecek, onlarca yıldır savaş, işgal ve devlet şiddetini besleyen aynı sistemlerle gelmeyecektir. Nesiller boyunca susturulmuş, ezilmiş ve dışlanmış olanların kolektif çabalarıyla inşa edilmelidir. Orta Doğu'da gerçek demokrasi, tüm halkların Beluçlar, Kürtler, Êzidîler, Alevîler, Filistinliler ve diğerlerinin haysiyet, özerklik ve eşitlik içinde yaşama haklarının tanınması anlamına gelmektedir. Bu, hiçbir topluluğun ötekileştirilmediği ve hiçbir sesin susturulmadığı bir siyasi ve sosyal yapı yaratmak demektir" dedi.     Hayırseverlik değil, dayanışma eksenli bir mücadele     “Bunu başarmak için önümüzdeki mücadele şöyle olmalıdır” diyen Sabiha Baloch, olması gereken mücadele başlıklarını sıraladı:   “*İnsan merkezli ve adem-i merkeziyetçi olmalı; devlet veya elit kurumlar yerine topluluk örgütlenmesine ve yerel liderliğe dayanmalıdır.   *Kapsayıcı ve kesişimsel olmalı; kadınların, işçilerin ve tarihsel olarak ezilen grupların sadece dahil edilmesini değil, aynı zamanda öncülük etmeleri sağlanmalıdır.   *Sınırlar ötesinde birleşmek gerek; çünkü mücadelelerimiz derinden bağlantılı.   Beluc annelerin, Kürt kadınların ve Filistinli gençlerin acıları aynı direnişin parçasıdır.   Hareketlerin birbirlerini sadece sözde değil; gerçek eylem, koordinasyon ve ortak direniş yoluyla desteklediği, hayırseverlik değil, dayanışma üzerine inşa edilmiştir."   Halklara ait bir Orta Doğu   Sabiha Baloch son olarak sözlerine şunları ekledi: "Beluc Yakjehti Komitesi, Kürt kadın örgütleri ve bölgedeki diğerleri gibi hareketler, şimdiden bunun temelini attılar. Direnişin demokratik olabileceğini, adaletin örgütlenebileceğini ve yeni bir Orta Doğu’nun mümkün olduğunu kanıtlıyorlar. Yöneticilere, yönetenlere değil; halklarına ait olan bir Orta Doğu. Bu gelecek kolay gelmeyecek. Ancak aşağıdan ısrarlı, örgütlü ve birleşik bir mücadele ile Orta Doğu’yu dehşetin değil, umudun yeri olarak geri kazanabiliriz. Hayatta kalmanın değil, yaşamanın yeri olarak.”