Duvarları aşan nameler (2)

  • 09:04 15 Kasım 2022
  • Dosya
 
Vazgeçmek yok!
 
Marta Sömek
 
İSTANBUL - Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan GÖÇİZDER Eşbaşkanı Kamile Kandal, “Vazgeçmek yok. Ne dernek çalışmalarımızdan, ne sivil toplum çalışmalarından, ne hak savunuculuğundan biz kadınları uzaklaştıramayacaklar. Başta göçmen ve mülteci kadınların haklarını savunmaya, yaşamın her alanında da kadın mücadelesini, eşitlik ve özgürlük mücadelesini vermeye devam edeceğiz” diye sesleniyor.
 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’ne giderken, erkek devlet şiddetine karşı güçlü bir mücadele yürüten ve bu yüzden de hedef alınarak tutuklanan kadın tutsakların seslerine kulak vermeye devam ediyoruz. 
 
Dosyamızın bu bölümünde Göç İzleme Derneği (GÖÇİZDER) Eşbaşkanı Kamile Kandal’ı dinliyoruz.
 
Suçu: Sivil toplum çalışması yapmak!
 
Kamile, 3 Haziran 2022 günü İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın derneklerine dönük başlattığı soruşturma kapsamında 22 arkadaşıyla birlikte gözaltına alındı. 8 günlük gözaltının ardından 11 Haziran’da mahkemeye çıkarılan Kamile ve 15 arkadaşı, dernek faaliyetleri gerekçe gösterilerek tutuklandı. Kamile ve arkadaşlarına, GÖÇİZDER’in mülteciler ile ilgili hazırladığı raporlar, 1990’lı yıllarda yaşanan köy boşaltmaları sonucu göç ettirilen Kürtlerin maruz kaldıkları hak ihlallerini ve 2015 yılında yaşanan çatışmalar sonucu göç etmek zorunda bırakılan yurttaşlar ile kadınların yaşadıklarının yer aldığı çalışmaları ele alan 3 kitap suç unsuru sayıldı. Kitapların “Devleti aşağılama” amacı taşıdığı iddia edildi. Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Kamile, tutuklu arkadaşları ile birlikte 13-14-15 Aralık’ta ilk kez hakim karşısına çıkacak.
 
*Öncelikle GÖÇİZDER’i tanımak isteriz. GÖÇİZDER kimlerden oluşur, ne amaçla kuruldu, faaliyetleri nedir?
 
Göç İzleme Derneği 2016 yılının sonunda kuruldu. Çoğunlukla İstanbul’a göç eden göç mağduru, göç alanında araştırma yapmak isteyen, göç konusunda bilimsel ve toplumsal bellek oluşturmak isteyen kişiler tarafından kuruldu. İsminden de anlaşılacağı gibi göç ve mültecilik konusunda, göç edenlerin ve mültecilerin sorunlarını, yaşadıklarını takip etmek, aynı zamanda da onların haklarını savunmak amacıyla kuruldu.
 
Hem iç göç hem de dış göç üzerine çalışıyoruz. Yani ülke içinde yer değiştirmek zorunda kalan, şehir değiştirmek zorunda kalan ve yurtdışından da savaştan, çatışmalardan, baskılardan ve yoksulluktan ülkemize göç etmek zorunda kalan kişiler ve yaşadıkları bizim çalışma alanımız.
 
Zorunlu göçü, Birleşmiş Milletlerin zorla yerinden edilme tanımında yer aldığı gibi, yani insanların yurtiçinde ve yurtdışında, yaşamlarını tehlike altında hissettiklerinde, güvenlik sebebiyle yaşadıkları ve ya doğup büyüdükleri yerleri, evlerini, köylerini, şehirlerini terk etmek zorunda kalmaları tanımı ve açıklaması ile ele alıyoruz.
 
Derneğimizin faaliyetleri, göçmen ve mültecilerin yaşadıkları hak ihlallerini takip etmek, onların haklarını savunmak, hukuki destekte bulunmak, bu alanda araştırma ve inceleme yapmak, veri toplamak ve raporlaştırmak, göçün getirdiği sorunlarla mücadele edenlerle, göç mağdurları ile dayanışma içinde bulunmak, göç ve mültecilik alanında toplumsal bellek oluşturmak, boşaltılan köyler ve mahallelerle ilgili açılan davaları takip etmek, kentsel dönüşüm sebebiyle evlerini, yerlerini terk etmek zorunda kalan topluluklarla ilgili çalışmalar yapmak, aynı alanda çalışan sivil toplum örgütleri, hak savunuculuğu yapan kurumlarla, belediyelerle ortak çalışmalar yapmak, çalıştaylar düzenlemek, eğitim çalışmaları yapmak ve dayanışma içinde olmak. Faaliyetlerimiz özetle bunlar.
 
“Bizler, yaptığımız çalışmaları objektif bir şekilde yürüten, alan araştırmalarını nesnel olarak yapan bir derneğiz. Dolayısıyla bizlerin işi zaten sorunların nedenlerini araştırmak, sonuçlarını ortaya koymak ve çözüm önerileri sunmaktır.”
 
*İktidarın sistematik bir gözaltı ve tutuklama süreci içerisinde kurumunuza yönelik de bir saldırı oldu ve gözaltına alınarak tutuklandınız, çalışma arkadaşlarınızla. Derneğiniz sizce neden hedef oldu?
 
Son yıllarda siyasal alanda, toplumsal alanda, hukuki alanda, basın ve yayın alanında, meslek odaları ve barolar gibi sivil toplum örgütleri üzerinde bir baskı olduğunu sanırım kimse inkar edemez. Biz de bir derneğiz. Siyasi bir çalışmamız yok. Sivil toplum örgütüyüz. Faaliyetlerimize gerek akademik gerekse duygusal alanda ilgili olan kişilerden oluşan ve sorunlara çözüm bulabilmek için bir araya gelen insanlardan oluşan bir kurumuz. Bunların iyi anlaşılmasını istiyoruz. Biz bağımsız bir derneğiz. Fakat çalışma alanlarımız ve çalışmalarımızın sonuçları bazen kimi siyasi partilerle çatışıyor, bazen de çakışıyor olabilir. Bizler, yaptığımız çalışmaları objektif bir şekilde yürüten, alan araştırmalarını nesnel olarak yapan bir derneğiz. Dolayısıyla bizlerin işi zaten sorunların nedenlerini araştırmak, sonuçlarını ortaya koymak ve çözüm önerileri sunmaktır. Bu çalışmaları yapmak için de alanında uzman meslek elemanları, sosyolog, psikolog, antropolog, avukatlar ile beraber çalışıyoruz.
 
Bir yandan demokrasiden, özgürlüklerden bahsederken diğer yandan sivil toplum örgütlerine, basına, meslek odalarına baskı yapıp tutuklamak çok ciddi bir çelişkidir. Biz de bahsettiğimiz faaliyetlerden dolayı yönetici ve üyelerimiz gözaltına alınıp tutuklandık. Medyada suçlu gibi gösterilerek faaliyetlerimiz illegalize edildi. Oysa STÖ’ler ile az buçuk ilgili olanlar iyi bilirler. Ki dernekler kuruluş aşamasından itibaren gerek beyannameler gerek de denetlemelerle sürekli izlenilebilen resmi bir alandır ve İçişleri Bakanlığı’na bağlıdır. STÖ’nün ne olduğunu, işlevini ve önemini gerçekten bilen ülkeler ciddi anlamda ülkedeki sorunlarla ilgili toplumsal uzlaşıda ilerleme sağlar. Bir ülkede STÖ, meslek odaları, sendikalar, yardım kuruluşları hem devletin yükünü azaltır hem toplumsal uzlaşıya hizmet eder hem de toplumu ileriye götürmüş olur. Kısaca bahsettiğimiz kuruluşlar toplumun nefes alma, rahatlama alanlarıdır.  Bu alanları ortadan kaldırmak veya daraltmak toplum ve dolayısıyla devlet nefessiz kalmış olur.
 
Ülkemiz son yıllarda yoğun bir şekilde göç alan ve göç veren bir ülke haline geldi. Bu alanda çok sayıda dernek ve vakıf kuruldu, biz de bunlardan biriyiz. Bazı çalışma, rapor, kitap ve yayınlarımız rahatsızlık yarattı. Ama belirttiğimiz gibi bizim asıl derdimiz gerçekleri ortaya koymaktır. Bizi suçlu gibi lanse ettiler, güvenlikçi bir anlayış ve çaba var bize yönelik. Örnek verecek olursak 90’larda Kürt illerinden yakın şehirlere bir göç yaşandığı herkes tarafından herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Bu konular üniversitelerde ders ve tez konuları oldu. Bu zorunlu göç ve sonrasında yaşanılanlarla ilgili biz çalışmalar yapınca sorun oldu. Bu sorun da “suç” oldu. Bu konuda anket, araştırma, proje, raporlaştırmalar yapmak suç olunca çalışmalar rahatsız etti ve hedef haline getirildik. Bu süreçler hiç yaşanmadı, bu göçler olmadı diyecek hiç kimse yoktur. Zira 90’lardaki göçle ilgili TBMM’de arşivler mevcuttur. Konuyla ilgili bakanlara yöneltilen soru ve cevaplar da mevcut.
 
*Sizler gözaltındayken gazeteciler de gözaltına alındı, tutuklandı. Yine birçok kentte gözaltı operasyonları sürdü. İktidar gözaltı ve tutuklamalarla neyi amaçlıyor?
 
Sivil toplum örgütleri, siyasetçiler, hele ki haber alma ve iletme özgürlüğüne sahip olması gereken bizlere, tüm topluma nerede ne yaşanıyorsa ulaştıran basın emekçilerine, gazetecilere, habercilere, TV kanallarında çalışanlara minnettar olmamız gerekirken, gözaltına alınıp tutuklanıyorsak toplumda çok ciddi bir rahatsızlık yaratır bu. Kime yakın olursa, hangi siyasi görüşte olursa olsun 21’inci yüz yılda basın ve medya özgür olmalı, özgürce haber yapmalı, topluma ulaştırmalıdır. Bu alanları kapatmak ifade özgürlüğüne, haber alma ve iletme özgürlüğüne darbe olur. Bastırılmış, mutsuz ve içe kapanan bir toplum yaratılmış olur. Bizce böyle bir toplumun sorunları daha ağır ve içinden çıkılmaz sorunlar olur. Bunu da iktidar dahi hiç kimse istemez.
 
“Vatandaşının derdini dinleyip çare aramak yerine devlet bu yaşatılanları duymazdan gelip bizlerin yapmış olduğu araştırmanın da paylaşılmasından rahatsız oldu.”
 
*Sadece araştırmanız değil, 8 Mart eylemleri kapsamında yapılan görüşmelerden de suç üretilmeye çalışılmış. Burada kadın mücadelesini yalnızlaştırma/yok etme ya da kriminalize etme çabası var mı sizce?
 
Araştırmalarımız, araştırmalarımızın sonuçları yani anket yaptığımız kişilere yönelttiğimiz sorulara verilen cevaplar devleti ve siyasi iktidarı rahatsız etti. Kadınlar, göç etmek zorunda kaldıkları süreçte maruz kaldıkları hak ihlallerini, baskı ve şiddeti anlatmışlardır. Vatandaşının derdini dinleyip çare aramak yerine devlet bu yaşatılanları duymazdan gelip bizlerin yapmış olduğu araştırmanın da paylaşılmasından rahatsız oldu. Sosyal devletler, yurttaşına baskı yapmaz, yapana izin vermez, olmuşsa da yapanlardan hesap sorar. Ama maalesef “benim memurum yapmaz” ve ya kentsel göç alanından rantsal çıkar sağlama amacı varsa, sosyal devlet ilkesinden, demokrasi ve özgürlüklerden uzaklaşmış olur. Bizce bunların geri getirilmesi gerekir. Kadınlar konusunda da yaşadığı sorunları dile getirmek herkesin ve en başta da kadınların hakkıdır. Kadın, göçün getirdiği her türlü sorun ile karşı karşıya kalan ve en çok mücadele edendir. Aileyi gittiği yerde sırtında taşır ve çocukların sorumlulukları da en fazla kadınlar üzerindedir. Biz zorunlu göçü ele alırken en fazla kadın ve çocuklar kapsamında ele almalıyız. Mor İzleme olarak yaptığımız 8 Mart, “Göç ve Kadın” konulu panel dahi önümüze suç unsuru olarak getirildi.
 
* Aynı zamanda 25 Kasım da yaklaşıyor ve şiddetle mücadele gününde, şiddetle mücadeleniz de yargılanıyor. Siz de aslında şiddet-baskı altındasınız. Neler söylemek istersiniz?
 
Her kadın, erkeklerle birlikte veya kadın kurumlarında çalışırken sadece çalıştığı alanla ilgilenmez. Kadın konusunda o alanda yer alan, çalışan ve maruz kalan kadınlar açısından da bakar konuya. Göç alanı da böyledir. Zorla göç eden ve ya bir sebeple göç etmek zorunda kalan kadınların ve çocukların yaşadıklarına kadın olarak kadın olarak farklı bakar, empati kurar. Bir gün herkesin göç etmek zorunda kalacağını düşünerek kadınların yaşadıklarının kendisinin de yaşayacağını düşünür. Kendi yaşamasa bile göçmen ve mülteci kadınların yaşadığı haksızlık, hukuksuzluk, şiddet ve baskı yaşayan kadınlarla dayanışmak ister, haklarını savunmak ister. Bu yüzden bizler, göçmen ve mülteci kadınlar için de ayrıca çalışma yürüttük. Bunun yanı sıra yaşamın özel ve kamusal alanının her yerinde ve her aşamasında kadınların özgürce kendisini ifade ettiği, özgürce ve eşit olarak çalışma yürüttüğü, aktivitelere katıldığı kadınlarız.
 
8 Mart, 25 Kasım’lar, İstanbul Sözleşmesi bizim için hem önemli günler hem de önemli kazanımlardır. Yaptığımız iş ile kadın mücadelesini ayrı tutmuyoruz. Fakat kadın mücadelesine olan duyarlılığımız ve inancımızın bize yaptığımız bir suç faaliyeti olarak yöneltilmesine, sorulmasına da oldukça şaşırdık. Tam da ifade ettiğimiz gibi kadın mücadelesini suçmuş gibi gösterme çabalarını derneğimiz faaliyetleri arasında suç teşkil eden bir unsur gibi gösterme çabaları çok ilginç. Kadınların son 50 yıldır yürüttüğü özgürlük ve eşitlik mücadelesi her alanda verildi, verilmeye de devam edecek. Göçmen ve mülteci kadınlar da, bu alanda çalışan kadınlar da kadın mücadelesi verecek. Ya da kadınları derneklerde veya meslek odalarında, siyaset alanında tutuklayarak bu alanlardan uzaklaştırmaya çalışmak beyhude. Aslında daha fazla mücadele azmi veriyor kadınlara yapılanlar. Kadın kurumları, kadın örgütleri, sivil toplum örgütlerinde, dernek ve vakıflarda çalışan kadınlarla, basındaki kadınlarla birlikte yürümeye, mücadele etmeye devam edecek.
 
“Başta göçmen ve mülteci kadınların haklarını savunmaya, yaşamın her alanında da kadın mücadelesini, eşitlik ve özgürlük mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Biz hapiste yalnız olmadığımızı biliyoruz.”
 
*Son olarak 25 Kasım yaklaşıyor. Sizler bu 25 Kasım’ı cezaevinde karşılayacaksınız. Bu vesileyle kadınlara mesajınız ne olur?
 
Babamızın, eşimizin bir kaş çatmasından, evimizin güvenlik güçleri tarafından basılmasına kadar erkek şiddetinden de, erkek suretindeki devlet şiddetinden de nasibimizi alıyoruz. Tutuklanmamız, hala mücadeleci ve vazgeçmeyen kadınlar olarak, “bu alanı terk edin, siz kadınlar çalışma yürütmeyin” demek isteyen ve göçmenlerin, mülteci kadınların haklarını savunurken yargılanmak şiddetin en büyüğü. Ama biz şiddeti doğarken, “aman yine kız doğdu” diyenlerden tanıyoruz. İster sözlü, ister psikolojik, ister fiziki, şiddetin her türlüsüne yaşarken maruz kalıyoruz. Toplumsal cinsiyet rollerimizde bize verilen rollerin dışına çıktığımızda şiddet duvarına çarpıyoruz. Ataerkil sistemin erkeğe verdiği “en doğal hakkı” sorgulamaya ve reddetmeye başlayınca öldürülmeye kadar gidiyoruz. Ama bunları yaşarken onunla mücadele etmeyi, el ele vermeyi, birlikte güç olmayı da öğrendik, öğrettik. Tüm dünyaya da öğreteceğiz. Kadınlar çok güçlü. Kadınlar ülkemizde, yanı başımızda, İran’da, Suriye’de, Ortadoğu’da, Ukrayna’da, Amerika’da, Avrupa’da, Latin Amerika’da Kürt, Türk, Fars, Arap, Ermeni, Rum, bu toprakların tüm kadınları olarak artık bir tarih yazıyor, yazmaya da devam edeceğiz.
 
Vazgeçmek yok, ne dernek çalışmalarımızdan, ne sivil toplum çalışmalarından, ne hak savunuculuğundan biz kadınları uzaklaştıramayacaklar. Başta göçmen ve mülteci kadınların haklarını savunmaya, yaşamın her alanında da kadın mücadelesini, eşitlik ve özgürlük mücadelesini vermeye devam edeceğiz. Biz hapiste yalnız olmadığımızı biliyoruz, bizlere selamlarını, dayanışma mesajlarını gönderen tüm kurumlara ve tüm kadınlara selamlarımızı, sevgilerimizi yolluyoruz. Vazgeçmiyoruz. Sınırsız, sömürüsüz, savaşsız, şiddetsiz bir dünya ve tüm kadınlar için vazgeçmiyoruz.
 
Jin Jîyan Azadî
 
Yarın: JINNEWS Haber Müdürü Safiye Alağaş, Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’nden yazdı.