8 Mart’a doğru kadınlar anlatıyor… (1)

  • 09:01 28 Şubat 2021
  • Dosya
 
Bir ayakkabı, özgür Kürdistan ve yeni bir yaşam
 
Rojarya Royem
 
MAXMUR - Bir bavul dolusu hayal kurarsın, içinden bazılarını seçersin ve hiç ulaşmadığın şey senin hayalin olur. Mercan Esmer'in, çocukken sahip olmadığı ayakkabı, düştüğü sürgün yollarında toprak özlemiyle birleşir. Bir ayakkabı, özgür bir Kürdistan ve ardından yeni bir yaşam diyor Mercan…
 
Her kadının bir hikayesi vardır. Bazen hikayeler bir yaşamı doğurur bazen de kişinin an’ını içinde yaşatır. Anlatılan her hikayede bir tarih oluşur ve nesilden nesile aktarılır, böylelikle hikayeler coğrafyayı coğrafya da insanı şekillendirir.  Ve hangi coğrafyada yaşarsan yaşa o coğrafyanın kendisiyle getirdiği anlamlı ama bir o kadar da zorluğu vardır…  Yaşadığın topraklarda bir de penaber (sürgün)  isen o zaman hikayen yeniden yazılır. 
 
Şırnak’ın Hilal beldesinde devlet baskısı sonucu göç yoluna düşen Mercan Esmer de doğduğu küçük köyünü ve tellerle ayrılan sınırın diğer tarafını bizlerle paylaşıyor. 
 
70 yaşında olan Mercan çocukluk günlerine yolculuk yaparken zorlu bir yaşamın gerçekliğinden söz ediyor. Kış koşullarının çetin geçtiği Uludere ilçesinin Hilal beldesi Mercan’ın anlatımıyla gözlerde canlanıyor. 
 
“Hilal köyünde dünyaya geldim. O dönemlerde imkanlarımız olmadığı için çocuk olmak da zordu. Kıyafetimiz, ayakkabımız çorabımız yoktu. Karların içinde ayakkabısız yalın ayakla dolanıyorduk. Genelde tüm çocuklar aynı durumdaydı ve hepimiz aynı şartta dolanırdık. Diyorum ya zordu işte… Yollarda kötüydü, herkes imkanları dâhilinde gideceği yolu açıyordu. Garip gelmesin çantalarda arpa ve buğday bulundururduk. Su kenarı gördük mü orada arpa ve buğday ekerdik. Bu şekilde yaşamak zorundaydık. Bu duruma gelene kadar zor bir aşamadan geçtik.”
 
Ne kadar büyürsen büyü bellekte her zaman an’ılar taze kalır. Onunla yaşar onunla bir rota çizersin hayatına…
 
“Hani akılda kalır ya unutamazsın çocukken yaptıklarını. Bu yaşa geldim oynadığım oyunlar hep aklımda. Oynardık bir sürü oyun. Şimdiki oyuncaklar yoktu. Etrafta bulduğumuz ceviz ağaçlarından oyunlar uydururduk. Mesela bir oyunumuz vardı… Ağaçlardan çardak yapardık. Tüm köy çocukları oraya toplanırdık. Hepimiz sırayla elimizdeki ağaçları o çardağa vurmaya çalışırdık. Bir kişi de çardağın önünde nöbet tutardı ve ağaçların çardağa değmemesi için koruma kalkanı oluştururdu. Vuran şanslıydı ve kazanırdı. O kazanınca sıra başkasına gelirdi. Bu şekilde uydurduğumuz oyunlarla akşama kadar oynardık. Yağmur yağmadığında da zaten keyfimize diyecek yoktu… Taşları üst üste dizer ardından da büyüklerinde bize katıldığı oyunumuzu oynardık. Yoktu bizim öyle bisikletimiz ama mutluyduk… Çünkü bizim cevizimiz, taşımız ve köyümüz vardı. Ooo Kürtlerde oyun bitmez anlatsam da zaman yetmez.”
 
Ardında bıraktığın yaşamına bir gün mutlaka döneceğinin hayali ile yaşamak ve gittiğinde hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağını biliyorsun diyor Mercan… Mutlaka gitmem gerekiyor diyen Mercan, “bu yaşa kadar bekledim o günü” sözleriyle anlatıyor.
 
“Bu güzel günlerin ardından zorlu süreçleri de anlatmak gerekiyor. Köyüm güzeldi, yeşildi ve dahası bizimdi, benimdi…  Saldırılarla yüz yüze kaldık. Köyüm, çocukluğum Türk hükümeti tarafından bombalandı. Hilal’i toplarla, havanlarla vurdular. Hayvanlar öldü, dükkanlarımız evimiz yakıldı. Erkekler yaralandı. Bizlere ‘Köyünüzü terk etmezseniz hepinizi öldüreceğiz’ diyordular. Bize Irak’ın yolunu gösteriyordular. Her şeyi öylece bıraktık ve çıktık… Yeni bir adımız olmuştu. Biz artık o göç yolunda penaber olmuştuk. Kendi topraklarımızda penaber olduk.  Hala bir gün mutlaka döneceğimin umuduyla yaşıyorum.” 
 
Vardır her insanın hayali çocukken. Bazen hiç sahip olmadığın şey senin hayalin olur.  Mercan’ın da çocukken sahip olamadığı şey hayali oluyor…
 
"Her çocuğun muhakkak hayalleri olur benim de vardı. Çocukken hayalim bir ayakkabımın olması ve yeni bir elbise giymekti. Bir de güzel yemekler yiyip dünyayı gezmek… Çocukken insan bir tek kendini düşünüyor, oyunlarını ve oynamayı. Hep kavak ağacına çıkmak isterdim. Arkadaşlarımla hep bunu konuşurduk."
 
90’lı yılların göç hikayesinden Hilal köyü de nasibini alır. Her şeyi ardında bırakarak aylarca çizilen sınırın diğer tarafına geçmek isteyenler orada biten bir yaşamdan yeni bir başlangıç yapar. Mercan’ın da 50 yaşında düştüğü bu yolculuk kendiyle zorluklar getirse de ona göre değişimler de sağlıyor.
 
“Böyle bir yaşamdan düştüğümüz göç yollarında yürüdüğümüz uzun yollarda neler çektik neler… Anlatmaya başlarsak yetmeyecek zaman. 50 yaşında düştüğüm o yolları unutmak hiç mümkün olmuyor. Aile fertlerimiz birbirine bağlıydı. Hep beraber yaşardık. Bir de şunu söylemek istiyorum; zihnen beni geliştiren noktalardan biri de Maxmur’da verilen eğitimler. Bir yaşam kurmuştuk burada ve beni, bizi geliştirmek için ilk defa eğitim görüyorduk. Girdiğim her toplantı ve eğitim bir şeyler kattı bana. Eskiden sanki bir mağaraya tıkanmış gibiydim. Zaten hep ev işleriyle meşgul olurduk ve kimsenin kimseden haberi yoktu. Çevremizde olan bitenlerden çok fazla haberdar olamazdık. Parti nasıl kurulur, devlet nedir, örgüt nedir bilmezdik. Toplantılara katılınca hiçbir şeyden haberdar olmadığımı anladım. Konuşmayı yeni öğrenen çocuklar gibi oldum. Gözlerim açıldı. Yürüyüş, eylem ve grevler… Kürt olarak hak sahibi olduğumu öğrendim. Dedim ben de kendim için, bizim için bir şey yapayım.”
 
Her bir ‘ah’ çekişi geçmişe olan özlemden geliyor Mercan’ın. 
 
“Ah ki ne ah eski günlere… Zozanlara çıktığımız o günler, dağlarımdaki o gezintiler. Ama benim ah çekmelerim ihanete değil. Özlemim ve isteğim özgür bir toprakta, Kürdistan bayrağının altında Önder Apo ile yaşamak… İnşallah Allah bu isteğimi yerine getirir.”