1998'den günümüze uluslararası komplo (3)

  • 09:01 9 Ekim 2020
  • Dosya
Abdullah Öcalan: Ben yaşayarak komployu boşa çıkardım
 
HABER MERKEZİ - Uluslararası komplo ile Türkiye’ye getirildikten sonra komplonun çözümlemesini yapan PKK Lideri Abdullah Öcalan, “Avrupa bana hukuku değil, komployu dayattı. Ben şu anda Türkiye’nin değil, komplonun mahkumuyum. Komplo benim ölümüm üzerine kurulmuştu. Ben yaşayarak komployu boşa çıkardım” diyor.
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın uluslararası komplo ile Suriye’den çıkarılmasının üzerinden 22 yıl geçti. Abdullah Öcalan’ın da komplonun ardından yaptığı değerlendirmelerde belirttiği üzere, 9 Ekim 1998 öncesinde başlayan komplo hazırlıkları, PKK Lideri’nin Suriye’den çıkışı, devletlerin işbirliği ile Türkiye’ye teslim edilmesiyle sonuçlanır. Üstüne sayısız yorum, değerlendirme yapılan uluslararası komploya dair, Abdullah Öcalan’ın da Türkiye’ye getirildikten sonra tarihi tespitleri olur.
 
‘Karar 96 yılında alınmıştı’
 
Abdullah Öcalan, “teslim alınışının” NATO kararı olduğuna dikkat çekiyor. Abdullah Öcalan, 10 Mayıs 1999 tarihli avukat görüşmesinde konuya dair, “ABD buna önderlik etti. O gün tüm Avrupa ülkelerine inişimiz yasaklandı. Primakov (Yevgeni Primakov-Rusya Federasyonu dönemin Dışişleri Bakanı) da yasakladı o gün. Bu tespit edilmeli. Benim hakkımda NATO seviyesinde de karar var. Bildiğim kadarıyla silah bırakma karşılığında demokratik çözüm var. Benim hakkımda karar ‘96 yılında alınmıştı. NATO kararı direnirsem vurulmam, esir alınırsam da çözümdü” belirlemesinde bulunuyor.
 
‘Bir halk benim şahsımda yok edilmek isteniyordu’
 
Abdullah Öcalan, kendisine dönük komplonun amacına ilişkin de tespitlerini paylaşıyor. Komploda Avrupa ülkelerinin uzlaştığına işaret eden Abdullah Öcalan, 26 Ağustos 1999’daki değerlendirmesinde şunlara dikkat çekiyor: “Yaşayıp yaşamayacağımın bile önemi yoktur. Yunanistan’ın bu süreçten temiz çıkmasını sağlamak için, beni zorla dışarı çıkarıp Türkiye’ye vurdurmak istiyorlardı. Sadece amaçları bir Kürt-Türk çatışmasını geliştirmek, bu olmazsa beni pazarlamak istiyorlar. Bununla Türkiye’yi de komplo içine çekmek istiyorlar. Bu komployu bozmak için çalıştım. İhanet kol geziyor. Kürdistan’a dönmem, hem Moskova hem Atina tarafından engellendi. İhanet olduğu için ne istiyorlar ne de bırakıyorlar. İhanet, manipülasyon, sahtekarlık, güç, her şey vardı. Bir halk benim şahsımda yok edilmek isteniyordu. Batı neden böyle vahşi davrandı? Kader ağlarını çoktan örmüştü derken bunu anlatıyorum.”
 
‘Avrupa’ya dayalı Kürtçülük geliştirilmek istenecekti’
 
Abdullah Öcalan, komploda Kürt özgürlük mücadelesinin hedef alınmasına dair de 7 Ekim 1999’da, “O günlerde Simitis’in (Kostas Simitis-Yunanistan önceki dönem Başbakanı) bir açıklaması vardı. ‘Apo’nun dışında da Kürt liderler vardır. Yalnız Apo Kürt lideri değildir’ demişti. Bu oyunda ABD, Yunanistan ve kısmen Londra var, Kemal Burkay var. Şimdi Kürt unsurunu vurgulamamışız diye toplantı yapıyorlar. Benim infazımdan sonra da Avrupa’ya dayalı bir Kürtçülük geliştirilmek istenecekti. Kılıf da hazırdı zaten. ‘Kana bulaşmamış bir Kürt lider’ bulunacaktı. Şuna dikkat etmenizi istiyorum: Bu, kan üzerinden politika yapmaktır. Hem beni imha edeceklerdi, hem de şiddet yanlısı olmayan bir Kürt ile iş yapacaklardı. İhanetin püf noktası burasıdır. Türkiye’nin de bunu iyi anlaması için elimden geleni yaptım. Fakat yeterince anlaşılmadı” belirlemesine yer veriyor.
 
‘İmralı bir sonuçtur’
 
13 Aralık 1999’da “Komplo Türkiye’ye de yapılmıştır. Tarihle kimse oynayamaz” diyen Abdullah Öcalan, “Çok karanlık bir durum gördüm. Mutlaka aydınlatılması gerektiğini düşündüm ve yaşamaya karar verdim” vurgusu yapıyor. Abdullah Öcalan, kaçırılma sürecine dair şu değerlendirmeyi yapıyor 9 Mayıs 2001’de: “Kaçırılma süreci çok önemli. İmralı bir sonuçtur. Türkiye açısından da önemli. Senaryoyu Batı yazdı, temel aktör Batı’dır. Türkiye’ye gardiyanlık ve infaz rolünü verdi. Yunanistan “Apo yarı yolda ölecek” diyor; tabancayı elçi bana verecekti. Tüm bunlar belgelidir. Beylik bir tabancayla direneceğim, Kürtler direnecek, on binler ölecek, böylece Türkiye teslim alınacak. (…) Ölümüm nasıl olur, çarmıhta mı olur, son nefesimi çarmıhta mı veririm? Bunun biçimini politika merkezine almıyorum. Ben savunmamı gerçekleri ortaya çıkarmak üzere yazıyorum.”
 
“Avrupa bana hukuku değil, komployu dayattı. Ben şu anda Türkiye’nin değil, komplonun mahkumuyum” diye vurgulayan Abdullah Öcalan, uluslararası güçlerin rolünün bir kez daha altını çiziyor,  16 Mayıs 2001’deki görüşmesinde. Abdullah Öcalan bu görüşmede, “Komplo yürürse ne olur? Bu eşittir, on binlerce kişinin ölmesidir. Bunun olmaması için, herkesin demokratik yasal sürece sahip çıkması gerekir. Demokratik bir seferberlik yapılmalı. Ben ilah değilim, yarın öbür gün ölebilirim. Benim yüzümden kimsenin burnunun kanamaması gerekiyor. Bir damla kanın bile dökülmemesi gerekir. Polis de dağdaki de sokaktaki insan da ölmemeli. Yasal demokratik sürecin sonuna kadar kullanılması gerekir. Bu yapılmazsa, bunun sorumlusu ben değilim. Demokratik bir parti olduklarını söylüyorlar; demokratik seferberliğin nasıl olacağını daha bilmiyorlar. Demokratik hakları kabul etti mi, kardeşlik gelir. Bunun tersi, savaşın geri gelmesidir. Benim hatırım için ne kimse eylem yapsın ne de dursun. Benim için değil, halk için, demokrasi için, insan hakları için olur” ifadelerini kullanıyor. 
 
‘Yaşayarak komployu boşa çıkardım’
 
Kendisinin ölümünün planlandığını ve bu şekilde Kürt yurtseverliğinin bitirilmesinin amaçlandığına 4 Temmuz 2001’deki görüşmesinde işaret eden Abdullah Öcalan, Türkiye’ye getirilişinin ardından Genelkurmay’ın “Bu oyunu bozalım, kardeşliği kuralım” dediğini aktarıyor. Abdullah Öcalan, “Şimdi daha iyi anlaşılıyor. Benim tavrım da iyiydi. Yoksa on bin kişi ölecekti. Komplo benim ölümüm üzerine kurulmuştu. Ben yaşayarak komployu boşa çıkardım” diyor. 
 
‘Ben Moskova’dayken pazarlık yapıldı’
 
Abdullah Öcalan, bir hafta sonraki görüşmesinde ise yine komploya dair şunları paylaşıyor: “IMF aracılığıyla ben Moskova’dayken pazarlıklar yapıldı. Türkiye’ye Şaron geldi. 7 Milyar Dolarlık bir anlaşmaydı. Albright geldi. Yunanlılar’a Kıbrıs-Ege hediyesi. Pazarlık olmadı, anlaşma olmadı. Bir hediye gibi. Bir halkın liderinin böyle verilmesi aşağılık bir şey. Kürtler beni düşünerek değil, kendilerini düşünerek komployu iyi çözmeli ve bunun hesabını sormalılar. Ya beni desteklemesinler, adımı haykırmasınlar ya da destekliyorlarsa, o zaman çok bilinçli beni desteklemeleri gerekir. Ben direnmesem hepiniz katledilecektiniz. Ben hep yaşayamam, bunun olmaması için bilincinizi geliştireceksiniz. Özgürleşme; yüksek bilinç, dayatma ve ruh ister. Size vatan haini diyebilirler. Asıl vatan haini onlardır. Dış güçlerin uşakları onlardır. Sonuna kadar insan hakları, sonuna kadar barış, bunun örgütlenmesini yapın.”
 
‘Biz oyunu bozuyoruz’
 
Komplonun 1993’te başladığına işaret eden Abdullah Öcalan, 6 Mart 2002’deki avukat görüşmesinde bu tezini, “‘93 dediğim Özal üzerinden Türkiye ile görüşme niyetim işleri değiştirdi. O tarihten sonra Yunanistan ve İngilizlerin tutumu değişti. Barış niyetimizle Yunanistan ve İngiltere -ki o elçi Pangalos, Bavudas, Londra bağlantılı- ondan sonra Türkiye’ye karşı körce bir düşmanlık geliştirecek bir ekip arayışına girdiler. Yunanistan da el attı. Özal’la barış sürecinde Yunanistan, İngiltere, Almanya kendi kadrolarından bir alternatif PKK yaratmak istedi” şeklinde açıklıyor. Abdullah Öcalan, 5 Haziran 2002’de Yunanistan’ın komplodaki rolüne işaret ederken mitolojik figürler üzerinden bir anlatım yapıyor: “Zeus’un Hades’i var. Hades’inde yüzü görünmez, yüzünü saklar. Beni kaçıranlar da Hades gibi yüzlerini şapkalarıyla saklıyorlardı. Bu olay bin yıl unutulmaz. Sonsuz cehennem karanlığına sadece beni değil Kürt ve Türk halkını da atmak istediler. Athena’nın Hektor’a oynadığı oyunu bir kez daha bana karşı oynamıştır. İlyada’yı okumuşsanız orada Athena, Hektor’un kardeşi kılığına girerek, onu kandırarak ölüme göndermiştir. Bende de Yunanlılar kardeş kılığına girerek beni cehennemin sonsuzluğuna göndermek istediler. Biz bu oyunu bozuyoruz.”
 
‘Avrupa’yı Almanya kapattı’
 
Abdullah Öcalan, 9 Ekim 2002’de yani komplonun dördüncü yıldönümünde oldukça geniş bir değerlendirmeyi not düşüyor: “Almanlar bize yönelik provokasyon peşindeler. 9 Ekim komplosunda Türkiye’nin de işbirlikçileriydiler. Beni tasfiye etmek istediler, bizleri tekrar Türk halkıyla savaştırmak amacındaydılar. Geçmişte bir Selahattin Çelik olayı vardı, bize yönelik komploları sürüyor. Komplodaki rolü de bizi Avrupa’ya sokmamaktı. Avrupa’yı bana Almaya kapattı. Ben Almanlarla savaşsınlar demiyorum orada faaliyetlerini yapsınlar ama bu komploları görerek boşa çıkarsınlar.
 
Rusya benim üzerimden IMF kredilerini aldı
 
Araplar ve Mübarek beni Ortadoğu’dan çıkarmak için Türkiye, İsrail ve Amerika ile bağlantılı olarak komploda rol aldılar, şimdi kendileri ABD ve İsrail’le karşı karşıya geldiler, benim başıma getirdikleri şeylerin aynısı şimdi onların başına geldi. Yunanlılar ise bizi Türklerle birbirimize düşürmek için komploda rol aldı. Yunanistan’ın rolü bilinçlidir. ABD ise beni Türkiye’ye hediye etmekle Türkiye’yi kazanmak, Ortadoğu, Orta Asya ve Balkanlar’da kendine bağlamak istedi. Bunun sonucu zaten Irak’ta ortaya çıktı. Rusya benim üzerimden Mavi Akım Projesi’ni geçirdi ve IMF kredilerini aldı.
 
İsrail, MOSSAD süreci yönlendirdi ve hızlandırdı, Türkiye’yi elde etmek istedi. Türk aydınlarına da bu vesileyle şöyle sesleniyorum: Ben barış ve birlik için üzerime düşeni yaptım bu temelde onlar da üzerine düşeni yapsınlar ve birlik için çalışsınlar. Kürtler için mesajım tarihi bir komploydu. Bundan sonra Türklerle demokratik birliğimizi geliştirelim, demokrasimizi oluşturalım. Bu temelde tüm Kürtler onurlu bir barış ve demokrasi için çalışsınlar.”
 
‘Gladyatörlere uygulananın çağdaş biçimiydi’
 
“Avrupa’da bana uygulanan politika, Roma arenasında gladyatörlere uygulananın çağdaş biçimiydi” diyen Abdullah Öcalan, İtalya’nın da bunu yapmaya çalıştığını kaydediyor. 2003 yılının 31 Aralık’ta yapılan son görüşmesinde Abdullah Öcalan, “…Ayaklarına kapılmamı bekliyorlardı. Ben de kabul etmedim, çekip Rusya’ya gittim.  Bu onurlu bir davranıştı. Avrupa bir kişiyi terbiye etmeden, rencide etmeden, kişiliğini, kimliğini bitirmeden orada bırakmaz. Bende bu şansı görmedi. Avrupa şimdi de öyledir. Avrupa, PKK dahil herkese aynı şeyi yapıyor. Şuradan anlaşılıyor, Avrupa’da bu kadar muazzam imkanlar varken doğru dürüst bir diplomasi niye ortaya çıkmıyor?” ifadeleriyle Avrupa’nın Kürt hareketine yaklaşımına ve diplomasi faaliyetlerine etkisine atıfta bulunuyor.
 
‘Türkiye amacı hiçbir zaman anlayamadı’
 
Türkiye’ye getirilişindeki amaca değinen Abdullah Öcalan, 7 Mart 2007’de de şunları dile getiriyor: “ABD beni teslim etmek isterken, Türkiye’yi çağırıp, ‘Gelin size Öcalan’ı verelim’ demiştir. Türkiye de ‘tamam’ deyip kabul etmiştir. Olay budur. Türkiye benim teslim edilmemdeki amacı hiçbir zaman anlayamadı. Kenan Evren bile ‘Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etmekle Türkiye’nin başına büyük bir bela getirdiler’ demiştir. Hatta Ecevit benim Türkiye’ye niçin teslim edildiğimi anlayamadığını söylemişti. Ecevit’in Türkiye siyasetindeki yeri biliniyor. Buna rağmen o bile ABD’nin bu konudaki planlarını anlayamadığını söylüyor. ABD’nin Ortadoğu’daki planları çok gizlidir, kimse bu planları yeteri kadar anlayamıyor, çözemiyor.”
 
‘Komploda yer alan, Yunan hükümeti ve burjuvazisidir’
 
Abdullah Öcalan, komploda rolü olan güçleri değerlendirirken, halkları ayrı tutarak tespitlerini yapıyor, 4 Nisan 2007’de yaptığı gibi: “Komploda yer alan aslında Yunan hükümeti ve burjuvazisidir, Yunan halkı değildir. Yunan burjuvazisi ve bir kısım elit kesim, hiçbir zaman Yunan halkının menfaatini düşünmemiş; hatta Pontusların, Ege’deki İyonyalıların ve daha birçoklarının katledilmesinde Yunan burjuvazisi direkt rol oynamıştır. Biraz menfaat uğruna bize de karşı komploda rol almıştır. Tabii işin gerisinde İngiltere ve esas itibariyle de ABD vardır. Şimdi komplodaki esas noktayı belirtiyorum: Kuzey Kürdistan’daki Kürt mücadelesinin zayıflatılmasına veya bitirilmesine karşılık Güney ile işbirliği yapıldı. Komplonun özü budur.”
 
Komplonun dört dönemi
 
PKK Lideri Abdullah Öcalan, 18 Şubat 2011 tarihindeki görüşmesinde, komploya dair şunları söylüyor: “Bize karşı da çok önemli komplolar oldu; dört komplo dönemi var. Birincisi Özal'ın öldürülmesiyle yaşanan Birinci Komplo Dönemi. Özal, Kürt sorununa cesur bir biçimde yaklaştı. ‘Bu sorunu kesin çözeceğim, çözmem gerekir’ diyordu. O dönemde Özal'ı kuşattılar, ordu içinde de çözüm isteyen herkesi tasfiye ettiler. Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın gibi o dönem birçok subayı çözüm yanlısı gördükleri için, kendilerinin önünde engel gördükleri için öldürdüler, tasfiye ettiler. Bu konuda Talabani'nin de önemli bilgileri var. Talabani ‘Biz Eşref Bitlis ile çözüm noktasında aynı fikirdeyiz’ diyordu. Talabani '93'te bunu bana söylemişti. O dönemde Uğur Mumcu gibi bazı aydınları da tasfiye edip öldürdüler.
 
İkinci Komplo Dönemi, '97, '98'de yaşandı. O dönemde Erbakan daha samimi, daha çözüme yakın yaklaştı. Bu cümle onun hangi merkeze bağlı olduğunu gösteriyor, zaten dağılıp gittiler, bir daha da kendilerine gelemezler. Erbakan'da da Özal'da olduğu gibi saf ve doğru bir yanı vardı. Bizimle de ilişkiye geçmişti. '97-98 döneminde bizimle hem sivil kesim hem de askeri kesim irtibata geçmişti. Ancak Gladio çok güçlüydü. Taraf gazetesinin bir yazısında da okudum. ‘Kim bu dönemi baltalayan?’ diye soruyordu. Doğru bir soru. O dönem de çözüm şeyi varken komplo devreye konuldu. 
 
(Hüseyin) Kıvrıkoğlu ve Ecevit çizgisi diğerlerine oranla biraz daha bağımsızlıkçıydı. Bu nedenle oynanan bazı oyunların önüne geçme çabaları vardı. Tabi benim Türkiye'ye teslim edilmem karşılığında bazı şeyleri kabul etmiş olabilirler ama her şeyi de yapmak istemiyorlardı. Daha sonra Ecevit'i de ölüme götürdüler. 2005 yılında Başbakan Diyarbakır'a gidip ‘Kürt sorunu benim sorunumdur, çözeceğim’ dediğinde Türk Gladiosu onu da Ecevit gibi götürecekti ancak anlaştılar. AKP döneminde Balyoz gibi dört tane darbe planı yapıldı. Daha sonra Başbakanla bu Gladio anlaştılar, bazı esaslar üzerinde anlaştılar. Birlikte yönetme kararı aldılar.
 
Dördüncü komplo dönemi veya yeşil komplo döneminde kadın konusunda şunları belirtmek istiyorum: Bu dönemin kadın boyutu var. Bu dönemde en çok kadının özsavunması önem taşıyor. Doğrudan namus anlayışıyla yaklaşmıyorum, kadının beyinsel, ruhsal, bedensel kendini korumasından bahsediyorum. Erdoğan'ın ‘üç çocuk yapın’ açıklamasının altı boş değildir. İşte Rize Belediye Başkanı diyor ki Kürtlerden kız alın. Bu öyle basit bir söylem değildir.”
 
‘Kenya’ya götürülmem, bir kaçırılmaydı’
 
Abdullah Öcalan, 18 Mayıs 2011 tarihli avukat görüşmesinde ise komploya dair şunları belirtiyor: “Bana karşı geliştirilen NATO Gladiosu komplosunda AB, ABD ve Rusya anlaşmıştı. Rusya ile IMF üzerinden anlaşma sağlamışlardı. Komploya Rusya, İtalya, İsrail ve Yunanistan da dahildi. Yunanistan'dan sonra beni Beyaz Rusya'ya indirmek istiyorlardı. İçinde bulunduğum uçak Beyaz Rusya'ya indi. Oradan Hollanda'ya gideceksin dediler ancak Beyaz Rusya'da havaalanına indiğimizde her taraf boştu, hiçbir güvenliğimiz yoktu. Ben durumdan şüphelendim ve uçaktan inmeyi reddettim. O an bana karşı bir şeyler yapılacaktı ancak ben uçaktan inmeyince Mandela ile görüşme talebimi kabul ettiler. Beni Mandela'ya götürme sözü verdiler. Daha sonra bildiğiniz gibi Kenya'ya götürdüler. Benim Kenya'ya götürülmem aslında bir kaçırılmaydı. Kenya'da iken çiftlikte kalma fikri de ilk o dönem ortaya atıldı. Bana ‘Seni bir çiftlikte tutalım, yüksek duvarları olan, güvenlikli, geniş bir çiftlik, uzun bir süre kalırsın’ dediler. Bu şu demekti; NATO'nun, Amerika'nın denetiminde kalmak demektir. Ben çiftlikte kalma fikrini kesinlikle reddettim, kabul etmedim. Elçilikte kaldım. On beş gün kadar orada kaldım.
 
Barış görüşmeleri NATO komplosuyla son buldu
 
O dönem bana eşlik eden Yunan istihbaratı, Kalenderidis, Karamanlis onlar hepsi CIA elemanları, gizli NATO subaylarıydılar. Yunan elçisi Kostullas da FBI, CIA ajanıydı, zaten ikisi de aynıdır. Daha sonra Kenya polisi bana ‘Elçilikten çıkacaksın, çıkmazsan elçiliği basarız’ dedi. Ölümle sonuçlanabilecek bir baskın olacaktı. Ancak biz tedbirli davrandık. Orada bizim fiziki direneceğimizi zannediyorlardı. Eğer direnseydik, o (vermek istedikleri) silahı da kabul etseydik, bizi öldürüp direnmiş görüntüsü vereceklerdi. Biz elçilikten silahsız çıktık, silahsız çıktığımız için bize karşı bir şey yapamadılar. Daha sonra beni kaçırıp uçağa bindirdiler. Yine de üzerimde silah olabileceğini düşünmüşler. Uçakta dört-beş kişi üzerime çullandılar, yere yatırdılar, silahsız olduğumu görünce de bağladılar. Hatta onlardan biri, ‘Üzerinde silah bulunsaydı, öldürebilirdik’ dedi.  Bu şekilde benim buraya getirilmemle ikinci barış görüşmeleri de NATO Gladiosu’nun komplosuyla son buldu.”
 
Abdullah Öcalan, 19 Mart 2015'teki görüşmesinde ise komploya dair şunu söylüyor: "Şimdi geriye dönüp baktığımda, NATO, uçağıyla beni Nairobi'ye taşırken o durumu Nazi kampına giden trene benzettim. O trene binenler de ölüme gittiklerinin farkında değillerdi. Nasıl ölüme gönderildiğinizi de bilmiyorsunuz. Sizi maşa gibi, odun gibi kullanmak istiyorlar. Şu anda Kürtler için Ortadoğu'daki durum da budur. Kürtleri odun gibi Ortadoğu ateşine atıyorlar..."
 
Bitti.