Kadın mücadelesinde 162 yıl: Tahakküme karşı başkaldırı (3)

  • 09:02 3 Mart 2019
  • Dosya
Yeni sistemin kodları ne diyor?
 
Rengin Azizoğlu 
 
İSTANBUL - Kadına yönelik şiddetin boyut değiştirdiğini ve “kravat” indirimi, “aşırı sevgi” ya da “tutku” indirimleri gibi “şüpheli ölümlerin” de katillerin indirim alma yönergesi haline geldiğini belirten KCDP Genel Sekreteri Fidan Ataselim, “Sistem değişikliğiyle birlikte kendilerince bir rol model yaratıp bize ‘fıtrata uygun makul kadınlık’ dayatmaya çalışıyorlar. Tüm bunlara karşı feministler var, kadın hareketi güçlü. Umudumuz var, hep birlikte başaracağız” dedi.
 
Tüm dünyada kadınlar, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne hazırlanıyor. Dolayısıyla kadınların alanlarda verdikleri mücadele kadar kadına yönelik şiddet, taciz ve tecavüz de tekrar gündeme gelecek. Peki neyle? Erkeklerin kadınlara yönelik önü alınmayan saldırılarının boyut değiştirmesiyle. Boşanmak istediği için sokak ortasında herkesin gözleri önünde ve evde vahşice katledilen, devlet koruması altındayken bile saldırıdan kurtulamayan, giyim-kuşamı nedeniyle toplu taşıma araçlarında şiddete ve tacize uğrayan kadınlar, hayatın neredeyse her alanında sistematik bir baskıya maruz kalıyorlar. Ve bu şiddet biçimi erkek egemen sistemin izlediği politikalarla gün geçtikçe boyut değiştiriyor. Şüpheli ölümler ve “faili meçhul” kadın cinayetleri artarken, çoğunun üstü örtülerek dosyalar “intihar” denilerek kapatılmaya çalışılıyor, etkin inceleme ve soruşturma yapılmıyor. 
 
2018’de katledilen 440 kadının 131’i şüpheli olarak kayıtlara geçti. Ancak kadın kırımına varan tablo karşısında pes etmeyen kadınlar, daha yaşanılır bir dünya için mücadeleden geri atmıyor. Kadınlar, her alanda mücadelesini sürdürerek şüpheli ölümleri araştırarak failleri açığa çıkarıp hesap sormaya devam ediyor. Boyut değiştiren şiddetin bir sonucu olan şüpheli ölümleri, yargı sürecini ve buna karşı yürütülen kadın mücadelesini Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) Genel Sekreteri Fidan Ataselim değerlendirdi.
 
‘6284 sayılı kanun dahi hedef tahtasına oturtuldu’
 
Türkiye’de 2018 yılında 440 kadının erkek şiddeti sonucu yaşamını yitirdiğini anımsatan Fidan, bu sayının büyük bir bölümünü şüpheli ölümlerin oluşturduğunu söyledi. Fidan, “2010’da KCDP’yi kurduğumuz zaman bu ülkede kadınların kadın oldukları için ve sırf kendi hayatlarına dair karar almak istedikleri için öldürüldüğünü söylüyorduk ve tüm toplumda hep birlikte bunun bir gerçek olduğunu ortaya koymuş olduk. 2010’ndan önce de namus ve töre cinayeti olarak anılan cinayetler vardı. Fakat daha sonraki yıllarda kentlerdeki birçok kadının da benzer sorunlarla karşı karşıya geldiğini ve kadınların daha fazla hak talep etmesi karşısında bunu kabul etmeyen bir erkek egemenliğinin söz konusu olduğunu gördük. Bu aşamada ne yazık ki erkeklik güçlendirilmeye ve kadınların kendi hayatlarına dair kararlar vermesi daha da geri planda tutulmaya başlandı. Bununla ilgili olarak 6284 sayılı kadını şiddetten koruma kanununu hep birlikte çıkarttık ve buna sahip çıkıyoruz. Kadınların hayatta kalması için çok önemli bir kanun. Fakat günümüze baktığımız zaman 6284’ün dahi hedef tahtasına oturtulduğu mevcut kanunun dahi engellenmeye çalışıldığı durumlarla karşı karşıyayız” dedi. 
 
‘Şüpheli ölümlerin arkasında cinayet var’
 
Kadına yönelik şiddetin biçim ve boyut değiştirmiş olduğunu kaydeden Fidan, boşanmak istediği eşinin evine bomba atılması, evinin yakılmaya çalışılması, kadınların hunharca öldürüldüğü olayların şiddetin nasıl boyut değiştirdiğini gösterdiğini aktardı. En önemli değişikliğin ise “şüpheli ölümler” gerçeği olduğunu ifade eden Fidan, “Kadın cinayetlerinin günümüze evrilmiş olan hali artık katillerinin bile belirsiz hale getirilmesi halidir. Şule Çet cinayetiyle birlikte tekrardan gündeme gelen şüpheli ölümleri açığa çıkarmamız ve bunun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymamız gereken bir dönemden geçiyoruz. Bir dere kenarında bulunmuş cansız kadın bedeni, evinde ölü bulunmuş kadınların ya da tüm toplumun bildiği Şule Çet ölümünün arkasında bir cinayet olduğu açığa çıktı. Şule Çet’in intihar ettiği söylenmişti ancak sonrasında bunun bir cinayet olduğu anlaşıldı. Davanın tüm süreçlerinde, delillerin toplanıp adli tıp kurumuna gönderilmesi aşamasında dahi nasıl bir ihmaller zincirinin olduğunu hep birlikte izledik. Bunun nasıl bir skandal olduğunu ve hiçbir cinayetin ve kadın ölümünün ufacık şeylerle intihar denilerek kayda geçemeyeceğini anlatmış, göstermiş olduk” dedi.
 
‘Benzer süreçler işliyor’
 
Yargı süreçlerine değinen Fidan, şüpheli ölüm davaları ile ilgili 2010-2013 yıllarında deneyimledikleri Esin Güneş davasını örnek gösterdi. Fidan, bu süreç ile ilgili şöyle konuştu: “O davada da katil tutuksuz yargılanıyordu. En son bilimsel yöntemlere başvurmamız sonucu ODTÜ Fizik Bölümü’nün ‘kişinin kendi kendine uçurumdan düşüp o noktaya varmış olması mümkün değildir’ demesi üzerine bunun bir cinayet olduğu açığa çıkmış oldu. Tutuksuz yargılanan sanık 3 yıl sonra tutuklandı. Gerçek açığa çıktı ve hak ettiği cezayı aldı. Fakat şimdi Esin Güneş gibi birçok davada bu süreç işledi. Mücadele sürecimiz boyunca şüpheli ölümlerde çok benzer durumlarla karşı karşıya kaldığımızı gördük. İlk olarak eğer bir ihmal varsa savcı raporları adli tıp kurumuna geç gönderiyor, sürede bir sorun oluyor. Deliller yeterince toplanmamış olabiliyor. Yeterli inceleme ve tetkikler yapılmamış olabiliyor. Daha sonraki süreçlerde hiçbir gerekçe gösterilmeden dosya kapatılabiliyor. Hepsinde de sanık kadınlara ve ölmüş bir kadının ailesine ithamlarda bulunarak saldırmaya çalışıyor. Kamuoyu yaratılmasından rahatsız oluyorlar. O kadar benzer süreçler işliyor ki.” 
 
‘İndirimler sanıklar için bir tür çıkış belgesi niteliği taşıyor’
 
Ölü bulunan her kadın için başta kolluk kuvvetleri, delilleri toplayanlara ve savcılara çok önemli görevlerin düştüğünü dile getiren Fidan, etkin bir soruşturma ve kovuşturma sürecinin işletilmesi gerektiğini vurguladı. Fidan, “Gerçek açığa çıksın istiyoruz. İntihar ya da kaza dahi olmuş olsa yeterli bir kovuşturma ve hiçbir şüpheye yer kalmayacak bir adalet süreci izlenmeli. Mahkeme süreci işlemediği her durumda gerçek adaletin sağlanmadığı anlamına gelmektedir. Bu durum tıpkı geçmişte ve hala süren ‘kravat’ indirimi, ‘aşırı sevgi’ ya da ‘tutku’ indirimleri nasıl ki katillerin indirim alma yönergesi haline geldiyse, bunları kendilerine yöntem olarak belirleyip şu anda da mevcut kadın cinayetlerinin üzerini örtmek üzere şüpheli hale getirmek için bu ve benzeri yöntemlere başvuracaklar. Bu gerekçeler sanıklar açısından bir tür çıkış belgesi niteliği taşıyor. Gerçek adaletin sağlanması şart bu yüzden hiçbir şüpheye yer kalmayacak şekilde gerçek açığa çıkmalıdır” ifadelerini kullandı.
 
‘İstanbul Sözleşmesi etkin uygulanmalı’
 
Şüpheli kadın ölümleri için dayandıkları iki nokta olduğunu belirten Fidan, şöyle devam etti: “Birincisi bilimsel yöntemlere başvurma. Genelde bu davalarda adli tıp kurumu raporları ‘Tam olarak nasıl ölmüş olacağını bilemeyiz’ diye açıklama yaparlar. Birçok davada hep aynı şey olmuştur. Adli tıp raporları yeterli açıklayamıyorsa eğer o zaman bilir kişilere başvurulabilir. Başka metotlar düşünülebilir. İkincisi ise kamuoyu yaratma gücümüz. Çünkü bu katiller toplumun en azından bir kesiminin onların arkasında olduğunu biliyorlar. Kadınların bunları hak ettiğini düşünüyorlar. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği Türkiye’de çok derinleşmiş durumda. Bu eşitsizliğin ortasında yaşanan her durum ne yazık ki kadınların aleyhine işliyor. Bu yüzden de devlete düşen sorumluluklar da söz konusu. O anlamıyla da İstanbul Sözleşmesi’nin etkin uygulanması çok kritik. İstanbul Sözleşmesi’nde madde madde ‘önleme, koruma, kovuşturma, politika geliştirme’ diye 4 maddede bir devletin ne yapması gerektiğiyle ilgili çok önemli bir yol yöntem sunar. Devlete bir sorumluluk yükler.”
 
’Makbul kadın yaratılmaya çalışılıyor’
 
Sistem değişikliğiyle birlikte bazı durumların daha da kötüye gittiğini, bazı kanalların daha da kapatıldığını, imkan ve alanlarının daha da daraltılmasıyla karşı karşıya kaldıklarını dile getiren Fidan, “Bir kadın modeli yaratılmaya çalışılıyor. Eskiden kadınlar bir bütün yok sayılmaya çalışılırdı. Şimdi ise hayatın içinde olmaktan asla vazgeçmediğimiz için kendilerince bir rol model yaratıp bize fıtrata uygun makbul kadınlık dayatmaya çalışıyorlar. Kadınlara ‘kadınsan, var olacaksan ancak bu sınırlar içinde var olabilirsin’ diyorlar. En son Ankara’da Merve Demirel kardeşimiz gözaltı sırasında cinsel tacize uğradı ve bunun ardından yürüyen tartışmalar aslında son zamanlarda neleri yaşadığımızın bir göstergesi. Cinsel şiddeti meşrulaştırmak üzere hükümet kanadından iftira, yafta ve kötü bir tutum sergilendi. Kadın arkadaşımızın yaşadığı kabul edilemez. Cinsel tacize uğramıştır ve hiçbir bahane ve gerekçesi olamaz. Süleyman Soylu’nun açıklaması çok vahim. Her şey ortadayken konunun başka bir yere çekilmeye çalışılıyor olması bir tür debelenme hali. Bir erkeği, zorbalığı savunmak için bu kadar da alçalanamaz diye düşünüyordum ancak bunun da olduğunu gördük” diye konuştu. 
 
‘Her zaman bir yol bulacağımıza inanıyoruz’
 
Örselenirken, hak gaspına uğrarken, hala mevcut durumda kazanılmış haklarına saldırılarla karşılaştıklarını kaydeden Fidan, “Kadınların nafaka hakkının tartışmaya açılması, kadınların en temel hak ve özgürlüklerine dönük kısıtlamaların getirilmeye çalışılması, toplumda bir tür ayrıştırma ve toplumdan kadınları izole etmeye yönelik pembe metrobüs, vagon gibi uygulamaların gündeme getirilmeye çalışılması kadın düşmanı politikalardır. Toplumdaki erkekliği güçlendiren şeylerdir ve bunun karşısında da bu topraklardaki kadınlar, kadın hareketi ve bu mücadeleyi sürdürenler olarak pes etmeyeceğiz. Sadece Türkiye açısından değil dünyanın birçok yerinde kadın direnişlerinin yükseldiği, kadın cinayetlerine karşı büyük kitlesel eylemlerin olduğu eşit işe eşit ücret talebiyle eylemlerin yapıldığı diktatörlere karşı büyük mitingler yapıldığı bir dönemdeyiz. Bu anlamıyla da baskı arttıkça o baskının karşısında kadınların mutlaka bir çıkış yolu bulmak için kendilerinden vazgeçerek elinden geleni yapmasıyla karşı karşıyayız. İran’da idam cezası olmasına rağmen onun karşısında bile kadınlar her şeyi göze alarak zorunlu başörtüsüne karşı bir direniş gerçekleştirdiler. Her zaman bir yol bulacağımıza inanıyoruz” dedi.
 
‘Umudumuz var, hep birlikte başaracağız’
 
8 Mart’ta “Kadınlar bu şehirlerde öldürülüyor. Yaşlam hakları ihlal ediliyor. O yüzden öldürülmediğimiz şehirler istiyoruz” temel başlığıyla yola çıkacaklarını vurgulayan Fidan,” “Mücadele edeceğiz. Bunun alt başlıkları olarak da çalışabildiğimiz, geçinebildiğimiz, özgürce dolaşabildiğimiz şehirler istiyoruz diye bir yola koyulduk. Bu anlamıyla da güçlü olduğumuza inanıyoruz. Feministler var, kadın hareketi güçlü. Umudumuz var. Erkek egemenliğini, kadınlara yönelik her türlü baskıyı bertaraf edebiliriz. Hiçbir kadın kardeşimiz asla yalnız yürümeyecek. Bunu hep birlikte başaracağız” ifadelerini kullandı. 
 
YARIN: 162 yıl önceki talepler bugün hiç olmadığı kadar güncel