Komploya karşı tarihi direniş (12) 2024-10-07 09:01:03     'Komplonun ne anlama geldiğinin farkına varılmalı'    Saliha Aydeniz    HABER MERKEZİ - DEM Parti Milletvekili Saliha Aydeniz, komplonun 26'ncı yılı dolayısıyla kaleme aldığı  yazısında, "9 Ekim komplosunun sonuçları, sadece bir tecrit meselesi değil, aynı zamanda bölge halklarının özgürlük mücadelesine karşı yürütülen küresel bir stratejidir" dedi.    9 Ekim komplosunun 26. yılına girerken, Orta Doğu’da halkların kaderini belirleyen bu tarihsel olayın yankıları hala sürüyor. 1998'de gerçekleşen 15 Şubat’a kadar devam ederken, sonrasında ise başlayan tecrit, günümüzde ağırlaştırılmış bir şekilde, sadece İmralı’ya yönelik değil, aynı zamanda bütün cezaevleri ile yaşamın her alanında kendisini hissettiriyor.    Dosyamızın bu bölümünde, Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mêrdîn Milletvekili Saliha Aydeniz, komplonun yıldönümü dolayısıyla mevcut gelişmeleri analiz ettiği bir yazı kaleme aldı.    Saliha süreci şu şekilde analiz etti:    "Kürtlerin, Türklerin ve Orta Doğu’daki tüm halkların kaderini belirleyen 9 Ekim komplosu 26'ıncı yıla giriyor. 26 yıl önce Orta Doğu’da yeni bir paylaşım amacı güden emperyal güçler, Türkiye’nin çok az dahil olduğu bir sürecin öncülüğünü yaparak Sayın Abdullah Öcalan’ın tecrit edilmesine, Orta Doğu’da ortak ve özgür eş yaşam zemininin tahrip edilmesine yönelik planlarını devreye soktu. ABD, Rusya, Avrupa, Afrika… Çok geniş bir coğrafyada çok sinsi bir plan, bugün halkların kaderini belirlemek üzere yürütülmeye devam ediliyor. Bu komploda hala kimin ne kadar rol oynadığı ve örülen gizli, karanlık ilişkiler tümüyle deşifre edilmiş değil üstelik. Komplo o günle, o tarihle sınırlı kalmadı. Bugün hala şekil değiştirerek, İmralı’da Sayın Abdullah Öcalan’a uygulanan mutlak tecritle devam ettiriliyor.    Komplo neden önemliydi?    Peki Orta Doğu’ya dair yürütülen paylaşım planlarının pürüzsüz şekilde ilerlemesi için bu komplo neden önemliydi? Çünkü yüzyıllardır tüm paylaşım savaşlarında edilgen hale getirilmiş, üzerine adeta ölü toprağı serpilmiş olan Orta Doğu coğrafyasının sancılı doğumu Kürt halk mücadelesinin öncülüğünde gerçekleşmek üzereydi. Böyle bir mücadeleyi basit yöntemlerle, silahla, tankla, tüfekle durdurmak imkansızdı. Geriye bir seçenek kalıyordu: Kürtlerin özgürlük ve varoluş mücadelesinin fikriyatını sekteye uğratmak, beynini, önderliğini devreden çıkartmak. Öyle ki, dönemin başbakanı Bülent Ecevit, ABD’nin bu doğrultuda izlediği adımlara anlam vermekte zorlanmıştı.  Ancak birçok gücün bir araya gelmesi ile Sayın Abdullah Öcalan’ın tecrit edilmesi, istenen sonucu vermedi. 9 Ekim komplosu Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle, demokratik modernite anlayışıyla, kadın özgürlükçü ekolojik paradigmayla boşa çıkarıldı.    Başrolün İran’a verilmesi konsepti gözler önüne serdi    Sayın Abdullah Öcalan ve Kürt özgürlük mücadelesi, Orta Doğu coğrafyasında emellerine ulaşmak isteyen yayılmacı güçler için bir tehdittir. En başta Sayın Öcalan’ın üçüncü dünya savaşına dair söylemleri ve öngörüleri bunun kanıtıdır. Yakın zamanda Orta Doğudaki gelişmelere dair “üçüncü dünya savaşı yaşanır mı” sorusu yankılanırken Sayın Öcalan bu savaşın çoktan başlamış olduğunu yıllar önce söyleyerek teşhirde bulunmuştu. Sayın Öcalan “Üçüncü Dünya Savaşı bir gerçektir ve ağırlık merkezi Orta Doğu coğrafyası ve kültürel ortamıdır. Sadece savaşın yoğunluk merkezi olarak Irak’ta yaşananların bile bir ülke ile ilgili olmadıklarını, dünya hegemonik güçlerin çıkarları ve varlığı ile ilgili olduğunu gayet iyi açıklamaktadır. Bu savaş ancak İran’ın tamamen etkisizleştirilmesi, Afganistan ve Irak’ın istikrara kavuşturulması, Çin’in ve Latin Amerika’nın tehdit olmaktan çıkarılmasıyla sonlandırılabilir.” demiştir. Bugün, Filistin’in özgürlük mücadelesinde İsrail’in durdurulmasının onlarca yolu varken “başrolün İran’a verilmesi” dahi bu konsepti tekrar tekrar gözler önüne sermektedir. Bugün, Filistin’in karşı karşıya kaldığı katliamı besleyen unsurlardan biri de Orta Doğu’nun kaderini belirleyecek bir barış reçetesinin sessizliğe gömülmek istenmesidir. Filistin ve Kurdistan’ın kaderi birbirinden ayrı değildir. Nasıl ki yıllar öncesinde devrimciler beraber savaştıysa, bugün de kurtuluş tüm Orta Doğu’nun yayılmacı güçlere karşı örgütlenmesinden geçmektedir.    Devrimcilerin iradesi teslim alınmayacak!   Kapitalist modernitenin işleyişine dair öngörü ve tedbir hala bir tehdit olarak görülüyor olacak ki, dünya kamuoyunda Türkiye’nin İmralı’da uyguladığı mutlak tecrit ve izolasyona cılız kınamalar dışında bir ses çıkarılmıyor. Bugün hala tecrit tüm yakıcılığı ile devam ederken Kürt siyasi hareketine ve özgürlük mücadelesine yönelik saldırılar da sürdürülüyor. 9 Ekim komplosu savaş suçlarının gözardı edilmesiyle, siyasi tutsakların 'fiili idam rejimi' ile hapisanelerde katledilmesiyle ve Orta Doğu’da barışın mimarı Sayın Öcalan’ın tecrit edilmesiyle devam ettiriliyor. Ancak tecrit ne kadar derinleşirse derinleşsin Sayın Abdullah Öcalan’ın da, 30 yıldır zindanda olan devrimcilerin de iradesi teslim alınamadı, alınamayacak.    Komplonun ne anlama geldiğinin farkına varılmalı    Türkiye halkları tecridin ve komplonun kendileri için ne anlama geldiğinin farkına varmalıdır. Bugün Türkiye’deki tecrit rejimi hapishanelerden sokaklara, evlerden fabrikalara, okullardan camilere kadar her yere uzanmış durumda. Her bir yaşam alanı sansürün ve korkunun dayatılmak istendiği, en ufak sesin kriminalize edilmesiyle pasifliğin dayatıldığı bir hale getirildi. Fabrikadaki işçi de, evde aileye sıkıştırılan kadın da, okuldaki çocuk da, hapishanedeki tutsak da, sokaktaki eylemci de tecrit koşullarını yaşıyor. Savaş politikalarının sebebi Sayın Abdullah Öcalan’ın barış formülüne sırt çevrilmesiyse, bir kurşuna verilen para ilkokul çocuğunun beslenmesinden kesiliyorsa, sebebi tecrittir. Kürdün yaşam alanını dar etmek için kol kola yürünen sermaye batıdaki işçiye her zamankinden daha pervasızca zulmedebiliyorsa, sebebi tecrittir. Katiller, mafyalar, tecavüzcüler sokaklarda ellerini kollarını sallayıp gezerken özsavunmasını gerçekleştiren kadınlar müebbetle yargılanıyorsa, sebebi tecrittir. Çünkü tecrit, başta barış olmak üzere hayati olan her hakka engeldir. Ve bu tecridin tek müsebbibi Türkiye Cumhuriyeti değil, bu tecride susanlar, 9 Ekim komplosunu gerçekleştirenlerdir.    Sayın Öcalan’ın fikirleri en büyük ışık kaynağıdır    Bugün Orta Doğu’da, Türkiye ve Kurdistan’da halklara ait olanları paylaşmaya çalışanlar, halkları katledenler bertaraf oldu. Saddam rejimi yıkıldı, Suriye büyük bir savaş yaşadı. DAİŞ devletler eliyle beslendi, Rojava’da kadınlar öncülüğündeki direnişle yok edildi. Komplo şekil değiştirdikçe direniş, devrim tutkusu satranç tahtasında en doğru konumu aldı. Bugün, Rojava devrimi komploya en büyük cevaptır. Halklar, direniş çerçevesinde özgür ve eşit bir yaşam zemininde buluşmakta; emperyalist güçlerin planları birer birer boşa çıkmaktadır. Bugün, Orta Doğu halklarının özgürlüğü, bu komploların son bulmasıyla mümkün olacaktır. Ve unutulmamalıdır ki, sayın Öcalan’ın fikirleri hâlâ bu özgürlüğün önündeki en büyük ışık kaynağıdır."