8 Mart’a doğru kadınlar anlatıyor… (3) 2021-03-02 09:01:06     ‘Çocuklarımdan öğrendim bu hayatı…’   Gülşen Koçuk   HABER MERKEZİ - Sayısız kadın, sayısız yaşam, sayısız mücadele... 72 yaşındaki Sultan Uğraş da bu sayısız mücadele hikayelerinden birine sahip. Yaşamı boyunca yaşadıkları için şunları söylüyor Sultan: “Birilerinin bana bir şeyler anlatmasına gerek yoktu. Ben bunları yaşadıktan, gördükten sonra tüm Kürdistan için devam ettim mücadeleme. Ben çocuklarımdan öğrendim bu hayatı…”   Yaşı ister 7 olsun, ister 20, 40, 70… Anlatacak çok şeyi vardır her yaştan insanın, çünkü yıllar değildir dilden dökülenleri çoğaltan. Biri hayallerini anlatır, biri yitenleri, bir diğeri mücadelesini, zaferini. Sayısız, sınırsız yaşam öyküsünün her biri bir döneme ışık tutarken, geleceğe dair umutları da diriltir. Bu nedenledir ki, her öykü kıymetlidir. Bu öykülerden biri 72 yaşındaki Sultan Uğraş’a ait. Sultan, şimdi doğduğu topraklardan çok uzakta…   Arap bir kadın Sultan   Sultan,  aslen Mardin’in Midyat ilçesinden. Ailesi Mihelmî, yani Arap. Babası Devlet Demiryolları’nda memur olan Sultan, babasının görevi nedeniyle birçok kent geziyor. Sultan babasının tayininin Erzincan’ın Kemaliye ilçesindeki ara istasyona çıkmasının ardından 1949 yılında 8 çocuktan biri olarak burada dünyaya geliyor. Sultan ve kardeşleri eğitime erişebilme konusunda o dönemin çocuklarına göre daha şanslıdır. Babası, kız ve erkek çocuklarını okula yollamış olsa da Sultan, ilkokula kadar okuyabiliyor. Sosyal yaşama katılma konusunda kendisini geri planda tutuyor ama ailesi onun bu durumuna itiraz ediyor: “Bazen arkadaşlarım gelir, sinemaya gitmeyi teklif ederdi ama ben gitmek istemezdim. Babam zorlardı gitmem için… Annem biraz daha kapalı görüşlüydü.”   Çocukluk hayaline sadık kalıyor   Her şehirden anılar biriktiriyor Sultan. Bu anılarda yolu Diyarbakır’a da düşüyor. Ancak burada kalabalık oldukları için ev bulamayan aile, 2 çocukları olduğunu söyleyerek ev bulabiliyor. İlkokuldan mezun olduktan sonra dikiş-nakış kursuna gidiyor, farklı etkinliklere, kurslara dahil oluyor. Hayalini şekillendiren de bu süreç oluyor.   “Hayalim, ekonomik durumu kötü olan kadınlar için bir şeyler yapabileceğimiz, kadınlar olarak bir araya gelebileceğimiz bir dernek açmaktı” diyen Sultan, çocukluk hayallerine sadık kalanlardan.   Sultan 18 yaşındayken, amcasının oğlu Sabri ile evlendiriliyor. Ama ailesi, kendisine sorana kadar evliliği düşünmüyor. Nasıl evlendiğini, bir yıl önce kaybettiği eşi Sabri ile nasıl görüştüklerini sorduğumuzda, o anları tekrar yaşarcasına anlatıyor. İlk aşk mektubum diye başlıyor…   “O zaman Sabri Haydarpaşa Lisesi’nde okuyordu. Apocuların yeni çıktığı dönemdi. Orada tanışmıştı Apocularla. Öncesinde biz de Apocuları bilmiyorduk. Bizim evlenmemiz konuşulduğunda Sabri de İstanbul’dan dönmüştü. Beni görmek için evimize geldi. O zaman Kerime Nadir’in ‘Hıçkırık’ romanı vardı. ‘Kimsenin görmesini istemezsen evinize geldiğimde ceketimi asacağım. Mektup ceketimde olacak. Oradan alırsın’ dedi. Ben cekete baktım kitap vardı ama mektubu bulamadım. Kitabı alıp baktığımda içinde mektubu buldum. Çok uzun bir mektuptu. Mektupta, ‘Bu kitabın ardından sana başka kitaplar da yollayacağım ki, neler olduğundan haberin olsun’ da diyordu. Ama mektup aşk mektubuydu. İlk kez böyle bir mektup almıştım. Benim ona yazdığım yanıt da ‘Ben bu işlerden anlamıyorum. Bir daha bana yazma’ oldu. Ona yazdığım notu, kalan son dersini vermek için İstanbul’a gitmek üzere bindiği trende okuyor. Heyecanla açıyor mektubu. Mektubun yarısına geldiğinde, onun bana yazdığı mektubu iade ettiğimi anlıyor. Ve mektuba düştüğüm notu görüyor. Şoke olmuş. İstanbul’a gidene kadar da kendine gelememiş.”   Bu anın ardından evlenmeye karar veriyor Sultan ve Sabri. Mardin’in Kızıltepe ilçesine bağlı Dirbêsiyê (Şenyurt) köyünde evlenmelerinin ardından sonraki durakları Nusaybin oluyor ve yaşamının büyük çoğunluğu burada geçiyor Sultan’ın…   Sultan, bölgede kadının yaşam koşullarına değiniyor. Nusaybin’in Hatxê (Yandere) köyünde yaşadıkları dönem bêrîye süt sağmaya gittiğinde yaşadıklarını anlatıyor.    “Bir gün yine bêrîye gittiğimde hamile bir kadın doğum yapmak üzereydi ama onu taşıyacak bir araç imkanı yoktu. Baktım ki, kadını eşeğe bindirmişler, götürüyorlar. O görüntüyü görünce şaşırmıştım. Nasıl hamile bir kadını taşıyorlar böyle diye… Ama bir söz var ya, bêrîye giden kadın, çocuğuyla döner. O söz gerçekmiş, orada öğrendim.”    Hayatında şiddetle karşı karşıya kalışını anlatan Sultan, aile şiddeti de, devlet şiddeti de olsa, şiddetin sadece fiziki olarak tanımlanamayacağını söylüyor.   “Ben aile içinde de, evli olduğum erkeğin maruz bıraktığı şiddete de karşı çıktım. Sadece fiziki şiddetten bahsetmiyorum. Söylemle de şiddet uygulanıyor. Eşim öğretmendi ama ondan gelen şiddeti de kabul etmedim. Gördüğümüz her türlü şiddete karşı yanıt verdik. Biz bu devrime girdiğimizden beri Nusaybin’deki neredeyse her aile devlet şiddetine uğradı. Ben boyun eğmediğim için, bana da şiddet uygulandı. Çocuklarım da bu mücadelenin içine girince, devlet şiddeti daha fazla yöneldi bize. Devlet, oğlum Serdar’ı babasının gözleri önünde infaz etti. Kanı iki gün elimde kaldı. Ama hiçbir zaman da taviz vermedik.”    4 kız, 3 erkek çocuğu olan Sultan, bölgenin gerçekliğinden uzak bir yaşam sürdürmez. Nusaybin’de çocukları Kürt hareketi ile tanışan Sultan, belki de yaşamındaki en derin, en iz bırakan acılarını da bu dönemde yaşıyor. Sultan’ın çocuklarından Serdar Uğraş 1995’te devlet tarafından infaz edilir.   “Devlet 95’te evimizi bastı. Oğlum Serdar’ı arıyordu. Eve girip Serdar’ı aldılar. Beni dışarı çıkardılar. Sabri de içerideydi, atletini yırttılar. Biz dışarıdayken, içeriden silah sesleri geldi ama ben işkence edildiğini sanıyordum. ‘Devlet insanları öldürmez’ diyordum. Oğlumu oradan alıp hastaneye götürmüşler. Telefonlarımızı da kesmişler, kimseyi arayamıyoruz. Sabri’ye de hakaret ediyorlardı, ‘Devletten maaş alıyorsun, aldığın maaşla da çocuklarını terörist yapıyorsun’ diye. Ben hastaneye gittiğimde çocuğumu katlettiklerini anladım. Türkçe, Kürtçe ve Arapça ‘Devlet çocuğumu öldürdü’ dedim…”   40 gün boyunca ne oğlu Serdar’ın cenazesini alabiliyor ne de eşi Sabri’den haber geliyor Sultan’a. 40 gün sonra eşi dönüyor o dönüşte ise oğlunu son yolculuğa uğurluyor.   Sultan’ın oğlu Nihat da Serdar gibi Trakya Üniversitesi’nde öğrencidir. Serdar’ın yaşamını yitirmesinden 1 yıl sonra, 1 Mayıs 1996’da gözaltına alınarak tutuklanıyor ve 15 yıl cezaevinde kalıyor. Nihat’ın tutuklanmasından 1 yıl sonra, 6 Kasım 1997’de Sultan’ın PKK saflarına katılan kızı Sibel, ihbar edilmeleri sonucu yaşamını yitiriyor.    Birilerinin ona bir şey anlatmasına gerek yoktu. Olan her şeyi görmüş, yaşamıştı. Ve devam etmişti yoluna…   “Birilerinin bana bu konuda bir şeyler anlatmasına gerek yoktu. Ben bunları yaşadıktan, gördükten sonra tüm Kürdistan için devam ettim mücadeleme” diyor Arap bir kadın olan Sultan.   "Haksızlığa karşı hiç taviz vermedim. Tutuklandım, defalarca gözaltına alındım.  Her cezaevi görüşü çıkışında gözaltına alınır, 5 saat tutulduktan sonra bırakılırdım. Kadın özgürleşmeden, toplum özgürleşmeden ben bu mücadeleyi bırakmam. Bu temelde hayalim olan derneği de açtık. NUKAYDER’di adı. Dernekte sohbetler ediyorduk, o dönem Kürtçe kanal açılınca bir televizyon alıp derneğe koyduk. Dikiş-nakış, trikotaj, resim kursları açtık. Halk eğitim de kapatıldığı için böyle bir şeye ihtiyaç vardı. Halk eğitimin öğretmenleri de hep kadındı ve işsiz kalmışlardı. Çalışmalarımız kapsamında kapatılan kursların yeniden açılmasını sağladık. 5 odalı bir daire tuttuk, 3 trikotaj makinesi getirttik İstanbul’dan. Her öğretmen için 14 öğrenci zorunluluğu vardı. Nusaybin’deki kadınların, çocukların kursa katılmasını sağladık. O zaman polis eşi olan bir kadın vardı. Kursa gelen kadınlar söz etti. Gelmek istiyor ama çekiniyor diye. Çünkü tanıyordu beni. Ben de gelsin dedim. 8 ay boyunca bizimleydi. Bize çok alıştı, bizden biri gibi oldu.”   Sultan, şimdi Belçika Brüksel’de. Aldığı hapis cezası nedeniyle 2010-2011 yıllarında Avrupa’ya gitmek zorunda kalıyor. Doğduğu, büyüdüğü topraklardan uzakta kalan Sultan, ne kadar dayanışma içinde olsa da tek başına yaşıyor…    “Yaşadığım bölgede birçok halk var. Araplar çok var burada. Zaten ben de Arap olduğum için zorlanmıyorum. Pazara tek başıma gidiyorum, işlerimi tek başıma hallediyorum. Buranın dilini bilmemem sebebiyle tek zorlandığım konu yasal işlemler. Böyle durumlarda bir tanıdığımdan destek alıyorum. O sıcaklık Avrupa’da yok. Birlikte mücadele ettiğimiz kadınlarla, annelerle birbirimizi hiç bırakmadık. Burada süren bir mücadele olsa da ayakta kalmazsan, duramazsan bu sistem içinde kaybolursun. Kadınlarla dayanışmak gerekir… Düşeni kaldırmak gerekir. Ben çocuklarımdan öğrendim bu hayatı.”   “Hiç vazgeçmeyi düşünmedin mi? Bir yorgunluk, umutsuzluk…” diye soruyorum Sultan’a, “Nasıl vazgeçebilirim” diyor ve devam ediyor.   “Buraya gelmiş olmam, beni mücadelemden alıkoyamaz. Yaşadıklarımdan sonra daha fazla sarıldım mücadeleme. Önderliğimiz 22 yıldan fazladır, ağır tecrit altında direniyorsa, gerilla zorlu koşullarda direniyorsa, ben neden yapamayacağım? Burada da bana yönelik saldırı oldu. Birkaç yıl önce konsolosluk önünde bıçaklandım faşistler tarafından. Oradan hastaneye kaldırılırken de yılmayacağımı gösterdim ve zafer işareti yaptım. Ben, devletin yaptıklarının canlı tanığıyım. Yapıyor! Şehit Serdar buna bir örnek. Korkmakla da olmuyor, bir gün herkesi buluyor bu haksızlıklar. Bunlara karşı da kadınlar olarak, halklar olarak el ele vermeliyiz. Başka yolu yok. Açlık grevleri 90 günü aşkın zamandır sürüyor. Ses olmalıyız. 8 Mart’ı bu direniş ruhuyla tüm Kürdistan’da, Türkiye’de, dünyada karşılamalıyız.”   Yarın: Adım Sûad, ben Êzidî'yim!