Aigaion’dan İmralı tecrit sistemine bir adanın tarihsel dönüşümü (3) 2020-04-23 09:01:00   İmralı sistemi: Hiçbir ahlaki ölçüye uymayan bir rejim ile karşı karşıyayız   Safiye Alağaş   İSTANBUL - Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış Uluslararası İnisiyatifi temsilcisi Havin Güneşer, İmralı sistemini “Hiçbir ahlaki değere ve ölçüye bağlı olmayan bir rejim ile karşı karşıyayız.. Ama bahar her şeye rağmen gelecek ve geliyor. Sayın Öcalan baharın habercisi, o her daim hakikat ile kendi bağını, yaşamın bağını kurduğundan onu tutsak edenlere rağmen özgür” sözleri ile ifade etti.   İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevinde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak ağırlaştırılmış tecrit sürerken, toplumun birinci gündemini de tecrit oluşturuyor. PKK Liderinin 1999’dan bu yana tutulduğu tecrit koşullarına karşı her dönem direniş sürdü. Tecridin kaldırılması talebiyle gerçekleştirilen son direniş, 8 Kasım 2018’de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı ve Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hakkari Milletvekili Leyla Güven öncülüğünde 8 Kasım 2018 tarihinde başlatılan açlık grevi oldu. Leyla’nın öncülüğünde başlayan açlık grevi, kısa zamanda binlerce tutsağın katılımıyla büyüdü. 30 tutsak eylemini ölüm orucuna çevirdi, 8 kişi tecride karşı yaşamına son verdi. Açlık grevi direnişi, kısmi de olsa kazanımla sonuçlandı ve PKK Lideri ile görüşme kısıtlamaları kaldırıldı. Ancak, bu durum kısa sürdü ve 7 Ağustos 2019 tarihinde yapılan son avukat görüşmesinden sonra yapılan hiçbir başvuruya yanıt verilmedi. Bu eylem ve etkinliklerin yanında Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü talebiyle birçok inisiyatif de kurularak çeşitli çalışmalar gerçekleştirildi.   Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış Uluslararası İnisiyatifi de aynı amaçla kurulan inisiyatiflerden biri. İnisiyatif temsilcisi Havin Güneşer ile İmralı cezaevi sistemini, tecridin ne anlama geldiğini, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünün Ortadoğu ve Türkiye halkları için ne ifade ettiğini konuştuk.   * PKK Lideri Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildikten sonra İmralı Cezaevi sistemi oluşturuldu. Bu sistem nasıl tanımlarız?   İmralı Cezaevi sistemini salt Türkiye endeksli ele almamak gerekir. Nitekim Sayın Öcalan’ın 1998 yılında Suriye’den çıkarılışı, Avrupa’nın yaklaşımı, yine Rusya’nın yaklaşımı hepsi “uluslararası komplo” olarak nitelendirilen bu durumun baştan itibaren ne kadar uluslararası bir kurgu olduğunu ortaya koymaktadır. Sayın Öcalan ile başlayan, uluslararası hukukun hiçe sayılarak kaçırılıp Türkiye’ye getirilmesi sonrasında ABD ve NATO güçlerince hala da açığa çıkmayan birçok kaçırılma örneklerinin ve illegal cezaevlerinin varlığı da tartışılan konuların başında gelmiştir. Ardından 11 Eylül ve bu çerçevede birçok ülkenin var olan sözde tehditten dolayı kendi hukuklarını değiştirme sürecini kendi toplumlarına kabul ettirmeyi ortaya çıkarmasını sağladı. Almanya ilk defa askeri anlamda hem de “barış” için Afganistan’a asker yolladı. Ardından Irak işgal edildi.   Sayın Öcalan bu süreci değerlendirirken, ‘Ortadoğu’ya ilk müdahaleyi bizim üzerimizden gerçekleştireceklerdi’ der. Yani kendilerince en zayıf halkadan tutarak Ortadoğu’ya fiziki/askeri müdahalenin startını verdiler. Ama burada önemli olan bu tür olağanüstü olaylar üzerinden yaşamın ve hukukun nasıl dizayn edildiğidir. Bu, herkese kanıksatılmaya çalışılan güvenlik terörizm eksenli mantıktır. Kişi ve örgütleri mutlak düşman olarak adlandırarak siyasal çözüm engellenmiş oluyor. Bu da aynı zamanda tecridin önemli bir bölümünü oluşturuyor.   “Sayın Öcalan da dikkat çeker ve buranın bir laboratuvar olarak değerlendirildiğinden bahseder. Yani ilk uygulamalar burada yapılmakta, daha sonra da diğer cezaevlerinde ve tüm toplum üzerinde de çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır.”   İmralı Cezaevi sistemi, olağanüstü hal rejimidir. Adı her ne kadar son yıllarda değiştirilse de böyle olmaya devam etmektedir. Sayın Öcalan kaçırılarak Türkiye’ye getirilmeden önce Türkiye’de henüz izolasyon rejimi yoktu, tersine bir durum mevcuttu. Bu sistem çokça yorumlandı ve yorumlanmaya devam da edilecektir. Çünkü Sayın Öcalan’da dikkat çeker ve buranın bir laboratuvar olarak değerlendirildiğinden bahseder. Yani ilk uygulamalar burada yapılmakta, daha sonra da başta diğer cezaevleri olmak üzere tüm toplum üzerinde de çeşitli biçimlerde uygulanmaktadır. İşte ilk izolasyon burada uygulandı. İzolasyondan da öte tek kişilik bir ada cezaevi, hiçbir hukukun geçerli olmadığı, son derece keyfi, son derece hukuk dışı, son derece herhangi bir denetimden uzak, erişilmez askeri alan olarak kurgulandı. Her ne kadar farklı siyasi tutsaklar getirilse de, bu gerçeğin değişmezliği ortaya çıktı. Her gelen bu ağır duruma tabi tutuluyor.   Ardından tecrit, izolasyon tüm Türkiye cezaevlerine uygulandı. Direnişler oldu, büyük katliamlar yaşandı cezaevlerinde. Hukuki anlamda da Sayın Öcalan üzerinden ya da onu gerekçe göstererek yapılan tüm hukuki düzenlemeler genelleştirildi ve artık herkes için uygulanmaktadır. Enteresandır, tüm devlet ve hükümetlerde bu fırsatçılık gözlemlenmekte, fakat AKP-MHP faşist rejimi Covid-19 tehdidini bahane ederek tüm cezaevlerinde tecridi derinleştirmeyi devreye koydu. Tabi aile ve avukat görüşlerinin hiçbir zaman eski konumuna dönüp dönmeyeceğini mücadele belirleyecektir. Kürtler bu olağanüstü hal rejimini çok iyi tanıyor, çünkü oradaki uygulamaların her biri kendilerine katliam ve baskı olarak yansıyor. O nedenledir ki Sayın Öcalan’a yapılanları kendilerine yapılmış biliyorlar ve yapılıyor da.     * Abdullah Öcalan İmralı’ya getirildiğinden beri sürekli olarak ağırlaştırılmış bir tecrit uygulandı. Şu an da mutlak bir tecrit uygulanıyor. Tecridi nasıl yorumlamak gerekiyor?   Belki de kendi kendilerini karantinaya gönüllü olarak alabilenler açısından bugünlerde keyfi ve bilinçli politikalar çerçevesinde yürütülen ağırlaştırılmış tecridin ne anlama geldiğini daha iyi görebiliriz. Sevgili Nazan Üstündağ’ın Özgür Yaşamı İnşa Diyalogları kitabındaki yazısında ifade ettiği adaları ele alışa gönderme yaparak başlamak isterim. Bu kitabın okunmasını da tavsiye ederim, çünkü bu kitabın, sürecin ve kendisinin Sayın Öcalan’ın ortaya koyduğu paradigmanın güzel bir ele alınışı olduğu kanısındayım. Adalar çok uzun bir dönemden beri kapatılma mekanları olagelmiş. Bunun çok basit bir nedeni var; ulaşılması zor, gözden ırak ve bu gözden ıraklık keyfiyetin gizlenmesini de beraberinde getiriyor. Ama bu korona günlerinde gördüğümüz gibi izolasyon, tecrit aynı zamanda birbirine şu anki yaşadığımız durum itibari ile virüsü bulaştırmamak içindir de. Bu uygulanan mantığı farklı bir biçimde ele aldığımızda aslında genelde cezaevleri çok uzun bir zamandan beri dile getirdiğimiz bir durumu da içinde barındırıyor. Fakat İmralı Olağanüstü Hal Rejimi hem Sayın Öcalan’ın düşüncelerinin halka ulaşmamasını içeren bir yaklaşımdadır. O nedenle çok özel kanunlarla daha düşüncelerini dile getirmeden, olası düşüncelerini bile öngörerek her şeyini engelliyor. Aile görüşü, avukat görüşü hep bu nedenlerden dolayı engelleniyor. Bunun için de kırk bahane ve keyfi neden ileri sürülüyor.   Mutlak tecrit bu 21 yıl içerisinde çok çeşitli dönemlerde ve çeşitli biçimlerde gerçekleşti. Kürt halkı “Güneşimizi karartamazsınız”, “Edî Bes e”, “Siyasi İrademdir” demiş, açlık grevleri gibi çeşitli eylemlilikler ile her defasında bu tecridi kırmış, Sayın Öcalan’ı adanın içinden dışarıya taşırabilmiştir. Bu taşırma halinde ise içeride Sayın Öcalan büyük direniş ve yaratıcılık sergilemiş ve Kürt halkını o dar imkanlar içerisinde kendisinin ‘üçüncü dünya savaşı’ diye nitelendirdiği ve şu anda çeşitli seviyelerde ve bölgesel düzlemlerde gerçekleşen savaşa hem teorik ve hem de yapısal anlamda hazırlıklı ve örgütlü bir biçimde girmesini sağlamıştır. Tüm dünyaya baktığımızda egemenler örgütlü yapıları bir biçimi ile tasfiye etmeye çalışmıştır. Kürt özgürlük hareketine de bu tasfiye çeşitli biçimlerde dayatılmış fakat başta Sayın Öcalan’ın dirayetli duruşu, öngörüsü ve teorik pratik önerileriyle, yine Kürt halkı ve yoldaşlarının kararlı duruşları ile başarılı olmamıştır. Bu tecrit sadece Türkiye devletinin tek başına oluşturduğu bir kurgu değildir. Sayın Öcalan, içinde bulunulan tarihsel eşiğin sadece müthiş farkında değildir, aynı zamanda bu eşikten kadınlar, gençler, halklar ve tüm ezilen kesimler adına nasıl geçilebileceğinin de teorik pratik yaklaşımını ortaya koymuştur. Sayın Öcalan’a bu mutlak tecrit, bu stratejik rolünü oynamaması için de uygulanırken, aynı zamanda sayıları yüzbinleri bulan siyasi tutsaklar ve toplum bu eşiği değerlendirebilecek örgütsel bir oluşumu ve devinimi açığa çıkaracak yerel önderlikten yoksun kalsın diye gerçekleştirilmektedir. Halkın da işte Sur, Cizre ve Nusaybin’de katliamlar yapılarak kolu kanadı kırılmak istendi.   AKP-MHP faşist iktidarı böylece Türkiye’deki en radikal devrimci gücün geçici bir süre de olsa rolünü engelleyerek bu tarihi an olarak nitelendirilecek eşikten güçlü çıkmasını engelleme amacının yanında, sadece Türkiye de faşizan bir rejim inşasını daha rahat oluşturmaya çalışmıyor, aynı zamanda Ortadoğu ve tüm dünyada kapitalizmden daha da beter bir rejimin taşlarını da örmeye çalışıyor.   * Siz, Abdullah Öcalan’a Özgürlük-Kürdistan’da Barış Uluslararası İnisiyatifi temsilcilerindensiniz. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü Türkiye demokrasisi ve başta Kürtler olmak üzere halklar için ne anlama geliyor?   Genel olarak tüm dünyada ortaya çıkan faşizan sağ popülist tüm iktidarlar, korku ve öfkeyi körükleyip bunun üzerinden iktidarlarının alanını genişletiyorlar. Kendilerine güdümlü topluluklarını, vurucu timlerini oluşturup bunun üzerinden gerçek topluma saldırmaktalar. Bunu da kendi medya organları üzerinden besleyip tek gerçeklik buymuş gibi sunmaktalar. Tek gerçeklik bu değil tabi, sadece olağanüstü şiddet ve devlet olanakları üzerinden yeni bir sisteme geçişi gerçekleştirmeye çalışmaktalar.   Sayın Öcalan da büyük bir öngörü ile beraber, kaçırılışından bugüne kadar bu kaçırılışının anlamını sorgulamıştır. ‘Neden bu kadar kıvrımlı yollara ihtiyaç duyulmuştur’ der? Gördüğümüz gibi Türkiye’de her şey Kürtler üzerinden açığa çıkarılan bir korku ve öfke ile yürütülmeye çalışılıyor. Korona günlerinde bile insanlar şunu sormaktan aciz ya da soruyorlarsa da geniş halk tabanı olan bir örgütlülüğe gidilemiyor: Neden devletin kasası boş? Bu devlet neden Güney Kürdistan’da, hadi Kuzey Irak diyelim, niye Rojava’da? Neden İdlib’de? Ya Libya? Hangi politikalar gerçekleştiriliyor ve kimin adına? Neden bu salgının kol gezdiği bugünlerde şirketlere yardım var da insanlara yok? Bunların hiçbiri sorulamıyor çünkü bu iktidar birçoğunun basiretini “Kürt sorunu” üzerinden ya da bu konuda hemfikirlik üzerinden bağlamış durumdadır.   “Kürt halkının Ortadoğu’nun çeşitli yerlerinde yaşaması itibari ile bir Ortadoğu baharı ve rönesansı anlamına gelir. Ki nitekim kısıtlı ve tüm saldırılara rağmen bu Kuzey ve Doğu Suriye’de, Rojava’da gelişiyor. Ve tüm dünya devlet dışı bir sistem tahayyül edebiliyor.”   Zaten kanaatim o ki bu iktidarın kendisinin adlandırdığı açılım süreci hızla bitirildi, çünkü Türkiye geneline doğru bir açılım gerçekleşiyordu ve bu nedenle kendilerine zarar veren bir açılım söz konusu oldu. PKK bitirilme bir yana, halklar olumlu etkilenmeye başladı. Yani artık korku ve öfke üzerinden siyaset yürütme zemini ortadan kalkmaktaydı. Sayın Öcalan büyük bir sorumlulukla bu sorunun aslında bir Türk sorunu olduğunu ortaya koydu. Bu Türk sorunu gittikçe büyüyor, çeşitli güçler bundan faydalanıyor, IŞİD’in yapamadığını şimdi AKP-MHP rejimi ile yapmaya çalışan bir NATO var. Sayın Öcalan ise bunun tersine bu tuzaklara düşmeyerek halkların, kadınların, gençlerin çıkarlarının bir olduğunu gösterdi, yani Kürtlerin özgürlüğü ve bu durumdan çıkışı ne Arap ne Türk ne de Fars halkının zararına değil. Tersine onların özgürlüğü Kürt halkının özgürlüğünden geçiyor, yoksa her gün bunun üzerinden daha fazla faşizan bir rejimi kabul etmeleri dayatılıyor.   Sayın Öcalan’ın özgürlüğü aslında Türkiye’nin bir özgürlükler ve refah ülkesi olma konumunu yakalaması anlamına, demokrasiye yelken açması anlamına gelir. Ve Kürt halkının Ortadoğu’nun çeşitli yerlerinde yaşaması itibari ile bir Ortadoğu baharı ve rönesansı anlamına gelir. Ki nitekim kısıtlı ve tüm saldırılara rağmen bu Kuzey ve Doğu Suriye’de, Rojava’da gelişiyor. Ve tüm dünya devlet dışı bir sistem tahayyül edebiliyor, gözünün önünde yaşanan bir deneyim var tabi. Ama bu kendiliğinden olmayacak, gelişmeleri bu noktaya getirebilmek için faşizmin toplumu ortadan kaldırma, toplumu çözme, topluma saldırısını durdurmamız gerekmektedir. Ahlaki çöküş üzerinden toplum dağıtılıyor. Bunun için de her şeyden önce örgütlenme gelir ki devletin insafında bir yaşam yaşanmasın.   * Öcalan’ında savunmalarında “Benden arındırılmış bir hareket hedefleniyor” diyor. Bunun karşısında mutlak tecride rağmen Öcalan ile halk arasında olan bağı daha güçlendi. Sizce Sayın Öcalan ağır tecrit koşullarında bu bağı nasıl oluşturdu?   Çok sade bir biçimde, her koşul altında hakikatin yılmaz bir savaşçısı olarak Sayın Öcalan başta Kürtler, kadınlar ve gençlere, ama herkese hakikati katıksız ortaya koydu, hepimizin hakikat ile bağını kurdu. Bunun bedelsiz olmayacağını ve bundan korkmamak gerektiğini gösterdi, nitekim egemenlerin elindeki en önemli silah bu. Kendisi de bu bedelden kaçınmadı. Bu bağ 1999 öncesinde de vardı fakat o dar mekandan bu kadar bir öngörü ile her fırsatta halka ulaşması, zifiri karanlığın aslında gerçek olmadığını göstermesi ve bir çırpıda aydınlığı resmetmesi ile hep ortaya serdi. Kendisinin herkesin bir toplamı olduğunu yaşamı, düşünceleri ile ortaya koydu, hem güçlü bir birey ama hem de toplumla bütünleşen ve onunla bir olan birey.    “21 yıllık eylemlilikler, tavır, tutum, kendini yakmalar, cezaevleri bu cevabın bir parçasıdır. Çünkü hem Sayın Öcalan halklar için değerli bir insan ve liderleri olduğu kadar onun kendisidir; geçmişi, bugünü ve geleceğidir.”   * Halklar ve özelde de Kürtler Öcalan’a dönük tecridi nasıl karşıladı? Nasıl bir cevap verdi?   Tüm bu bahsettiklerimizi en iyi toplum hissetti tabi, hiç kimsenin beklemediği düzeyde 1999’dan beri dünyanın en ünlü psikiyatristlerinin, ideologlarının, ordularının stratejilerini boşa çıkartan bir pratiğin sahibi oldular. Çünkü Öcalan onlardı, onlar Öcalan’dı. Egemenler halk ve Öcalan arasındaki bu birliği ve gücü aslında çok iyi gördüler, bu böyle olduğu için ona istediklerini tam yapamıyorlar, yoksa niye bu şekilde tutsunlar ki? Bunu hisseden halk ve kadınlar, sadece Kürtler de değil, o ilk günlerin fedai eylemlerine baktığımızda çeşitli halklardan insanların da olduğunu görürüz, ama ağırlıkta Kürt halkı her türlü bedeli ödemeye hazırdı ve bu sürmektedir. 21 yıllık eylemlilikler, tavır, tutum, kendini yakmalar, cezaevleri bu cevabın bir parçasıdır. Çünkü hem Sayın Öcalan halklar için değerli bir insan ve liderleri olduğu kadar onun kendisidir; geçmişi, bugünü ve geleceğidir.   Sayın Öcalan  Kürtlerin en önemli sözcüsüdür. Gerek Türkiye, Ortadoğu açısından ve aynı zamanda dünya çapında yaşanılan krizi aşma konusunda çözüm önerileri olan tek kişidir, bu da gittikçe uluslararası arenada görülmekte ve kabul edilmektedir.   * Covid-19 salgını nedeniyle gözler cezaevlerine çevrildi. Cezaevleri şuan risk altında ve İmralı Cezaevinde bundan bağımsız değil. Asrın Hukuk Bürosu avukatları endişeli olduklarını ve müvekkilleri ile görüşmek istediklerini belirterek, alınması gereken önlemleri sıraladı. Ancak hem aileler hem de avukatlar görüştürülmediği gibi önlemlerin alınıp alınmadığına dönük herhangi bir bilgi verilmiyor. İmralı’ya ilişkin hükümetin bu tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?   Hiçbir ahlaki değere ve ölçüye bağlı olmayan bir rejim ile karşı karşıyayız. Çokça değerlendirdik yukarıda bu tutumu. Tabi Türk ordusunda durumun ne olduğunu bilmiyoruz. Savunma Bakanı belli bir süredir kamuoyu karşısına çıkmış değil. Bilindiği üzere İmralı Ada Cezaevi hala bir askeri alan. Oranın bin asker tarafından gözetim altında olduğunu biliyoruz. Bu askerler mutlaka bir sirkülasyona tabiler. Bu nedenle de aslında en ciddi risk burada oluşabilir tabii ki çünkü her şey keyfi ve şeffaflık yok. Her ne kadar hukuksal bir kılıf uydurulmaya çalışılsa da kendi hukuklarına bile uymayarak aslında devlet olarak savaşa bu yollarla nasıl devam ettiklerini ve adı konmadan hem halka hem de başta İmralı Ada cezaevinde bulunan Sayın Öcalan ve diğer üç tutsağa ve tüm siyasi tutsaklara düşman muamelesi yapıldığını görmekteyiz.   * Öcalan daha önce yazdığı savunmalarında olabilecek olan salgınlara dikkat çekmişti. Çözüm için yolları için öneriler yapmıştı. Çözüm önerileri nelerdir? Özellikle salgınla mücadelede noktasında bu süreçte Sayın Öcalan’ın fikirleri neden önemli?   Tabii çok kapsamlı bir soru olduğu kadar çok da yalın bir cevabı var. O da toplumun her alanda kendi öz örgütlenmesini yaratmasıdır. Dikkat ederseniz Türk devleti şu an toplumun hiçbir konuda kendi sorunlarına çözüm getirecek bir örgütlülük geliştirmesini istemiyor. Kürt kentlerinde bu virüse karşı geliştirilmeye çalışılan duyarlılığı bile kriminalize etmeye çalıştı. Diğer şehirlerde de öyle. Toplumu güvenlik, besin ve barınma üzerinden vurmaya ve yedeğine almaya çalışıyor AKP-MHP faşist rejimi.    “Özgürlüğün Sosyolojisi’nde kurtuluşun kentten toprağa ve tarıma dönüş hareketinde yattığını söyler ve ana slogan şu olmalı der: Varoluş için YA Tarım ve Toprak, YA yok olmak.”   Sayın Öcalan’ın savunmalarında tam da toplumun bu iktidar kuşatmasından nasıl çıkacağına ilişkin çok somut yaklaşımları var. O zaman toplum nasıl bu üç noktada kendi ayakları üzerinde duracak, bu konuda nasıl örgütleniyoruz bunlar çok önemli ve gittikçe sadece Türkiye açısından değil tüm dünyada önemli bir konu bu. Şehirlerin kanserli olduğu gerçeği bugünkü gerçeklikle tam ortaya çıkmıyor mu ve köy/kırın bitirilerek toplumun da buraya hapsedilerek bir kısır döngüye dönüşen bir yaşamdan ziyade, bir yanılsamadan bahseder. Bu nedenle de Özgürlüğün Sosyolojisi’nde kurtuluşun kentten toprağa ve tarıma dönüş hareketinde yattığını söyler ve ana slogan şu olmalı der: “Varoluş için YA Tarım ve Toprak, YA yok olmak.” Yani kafamızı kuma gömerek, bu süreçten çıkamayız. Bu geçici bir durum değil, bu dünya genelinde kalıcı bir rejim değişikliği aralığında olduğumuz bir an. Ve Sayın Öcalan bu an’ı çok önceden tespit etti ve yol gösterdi. Bu şuna ya da buna karşıtlık üzerinden gösterilen bir yol değil, amaç burada bu devleti devirip başka bir devlet kurmak da değil. Şu ya da bu parti karşıtlığı değil. Üçüncü ayak dediği, toplumun büyük çoğunluğunu temsil eden, onun doğa ile uyumlu yaşamını savunan ve bunun nasılını ortaya koyan bir yol. Bu anlamda barış tanımını da yeniden yaptı zaten; bu yol kendi örgütlülüğünü ve oluşumunu ortaya koymadan bu faşist iktidarın frenleneceğini ve çözüleceğini düşünmek de akıllara ziyan.   * Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?   Artık tüm dünya insanlığı her zamankinden çok daha fazla bilgiye sahip. Belki de bu yüzden Covid-19 salgını üzerinden ve bunu fırsat bilerek dünya çapındaki rejim değişikliğine dörtnala gidilmektedir. Özgürlük hareketleri de dünya çapında hızla bir tartışma içerisindedir. Bu hamle ile devlet ve şirketler rejim değişikliğine ciddi bir hız kattılar. Artık ünlü şirket sahipleri ve zenginler ulusa sesleniş konuşmaları yapıyorlar. Fakat halklar, kadınlar ve tüm ezilenler de hazırlıklı giriyor bu sürece, önümüzde derya misali aydınlanma, bilinçlenme ve eylemli hale gelme kılavuzu var. Zamanımız gittikçe daralıyor; doğa kırımı ve toplum kırımı birbirini besleyerek ilerliyor. Ama bahar her şeye rağmen gelecek ve geliyor. Sayın Öcalan baharın habercisi o her daim hakikat ile kendi bağını, yaşamın bağını kurduğundan onu tutsak edenlere rağmen özgür.   Bitti.