10 Ekim: Gökyüzüne kansız bakmak isteyenlerin ardından dört yıl (3) 2019-10-08 09:08:33   Katliama tanıklık eden gazeteciler: Koşamadım ‘barış’ isteyenlerin kanlarına basacaktım   Dilan Babat   ANKARA - Katliama tanık olan gazetecilerden Semra Turan, “İlk kez insanların ölümüne tanıklık ettim", Gözde Çağrı Özköse, "Adım atamıyordum çünkü adım atsam, oraya barış istediğini haykırmak için gelen insanların kanlarına basacaktım", Habibe Eren ise "Gar katliamı hafızalarımızda hala diri” diyerek o gün yaşananları anlattı.    10 Ekim 2015’de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu,(KESK) Türkiye Mühendis ve Mimar Odaları Birliği(TMMOB)  ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) çağrısıyla Ankara’da gerçekleşen “Emek, Barış ve Demokrasi” mitingine yönelik DAİŞ’in bombalı saldırısının üzerinden dört yıl geçti. 103 insanın yaşamını yitirdiği yüzlercesinin de yaralandığı katliamdan geriye yüzlerce hikâye ve dinmeyen barış çığlığı kaldı. O gün orada patlamaya tanıklık eden kesimlerden biri de gazetecilerdi. Günler öncesi hazırlıkları yapılan miting için hemen hemen her medya kuruluşundan bir gazeteci mitingi takip etmek için sabahın erken saatlerinde Gar Meydanı’nda yerini aldı. Katliamın ardından kırmızıya boyanan meydanda çekim yapıp, katliamı duyurmak gazeteciler için de, yaşadıkları travma açısından da büyük bir sınavdı.  Gazeteciler, katliamı ve sonrasında gelişen süreci anlattı.   ‘Polislerin katılımı az güvenlik önlemleri yok denecek kadar azdı’   Günler öncesi hazırlıkları yapılan mitingin daha iyi yansıtılması ve takibi için sabahın erken saatlerinde büroya giderek gündem toplantısı aldıklarını ve burada muhabirler arasında görev dağılımı yapıldığını hatırlatan Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Semra Turan, “Daha sonra muhabirler olarak miting alanına gittik. Ancak alana adım atar atmaz farklı bir ruh hali ve atmosferin olduğunu hissedebildim. Daha önce takip ettiğim miting haberlerine de benzemiyordu. Normalde güvenliğin üst seviyede olduğu en ufak bir basın açıklamasında, bu kez binlerce insanın katıldığı bir miting de polislerin katılımı oldukça az, güvenlik önlemleri ise yok denecek kadardı” dedi.   ‘Haberin takibi için heyecanlıydım’   “Tuhaf bir ruh halini olduğunu hissedebilsem de, pek anlam veremedim. Çünkü bende Türkiye’nin dört bir tarafından ‘barışı’ haykırmak için gelenler kadar haberin takibi için heyecanlıydım” diyen Semra, binlerce insanın akın akın kortejler halinde barış umudu ile alana giriş yaptığını aktardı. Semra,  devamında patlama anını şöyle anlattı: “Alana ilk girdiğimde içimde kötü bir his olsa da akın akın gelen kitleleri çekmek için bir heyecanla alanın başından başlayarak, özelikle HDP kortejine doğru ilerledim. Neredeyse birkaç dakika mesafede uzakta olduğum patlama yerine birden art arda patlama sesleri yükseldi. O esnada kitleden kaynaklı bir şey göremedim.  Hızla ilerlediğim patlama seslerinin geldiği yerde bir yığın insan cesedi ile karşılaştım.”   ‘Nasıl çektim bilmiyorum, bildiğim tek şey oranın yansıtılmasıydı’   Patlamanın olduğu yerde ilk etapta gazeteci olmadığını belirten Semra, konuşmasına şöyle devam etti: “Zaten kitlenin yoğunluğundan kaynaklı hemen yetişmeleri de mümkün değildi. Çünkü gazeteci kitlesi en önde çekim yapıyordu. Çok az sayıda gazeteci alanın içindeydi. Bende HDP kortejini çekmek için zaten oradaydım. İlk gördüklerim yüzlerce insan yerlerde, uzuvları kopmuş, ceset ve kan kokusu ile şoka uğradım. Yaşadıklarım hayatımda bir ilkti. İlk kez insanların ölümüne tanıklık ettim. Ancak o an elbette ki gazetecilik refleksi ağır bastı. Çünkü etrafıma baktığımda bir izdiham yaşanıyordu. Ve benim o görüntüleri çekip yansıtmam gerektiğinin bilincindeydim. Bir şokla hemen çekim yapmaya başladım. Patlamanın olduğu her yeri neredeyse çektim. Çekimleri dahi nasıl yaptım bilmiyorum. Bildiğim tek şey oradaki görüntülerin çekilip yansıtılmasıydı.   ‘Kurşunlar havada uçuştu’   Katliamdan sonra dakikalar boyunca ne polislerin ne de ambulansların alana girmediğine dikkat çeken Semra, insanların yakınlarını aramak için bir izdiham içerisinde olduğunu hatırlattı. Daha sonrasında ise gelen bir ekip polisin alandakilere saldırdığını söyleyen Semra, “Kurşunlar havada uçuştu. Katliamdan geçirilen kitleye bir de polis saldırdı. Havaya ateş açarak kitleyi dağıtmak istediler. Daha sonra gelen ambulanslarla yaralılar cesetler hastanelere kaldırıldı. Bizde tüm hastanelere dağılarak, yaşanılan süreci takip etmeye, yansıtmaya çalıştık” diye konuştu.    ‘Görüntüleri montajlayamazken nasıl çektiğimi anlayamadım’   “Ankara patlamasında ben bile kendime inanmadım. Demek ki gazetecilik böyle bir şey ilk etapta hiçbir şey olmamış gibi görüntü çekmeye odaklanırken, büroya gittikten sonra patlamanın vahşetini fark ettim” diyen Semra, “Çektiğim görüntü kareleri de meğer tek tek beynime kaydedilmiş. Haftalarca etkisinden çıkamadım. Bende şok etkisi ilk patlamanın olduğu zaman değil, sonradan oluştu. Çektiğim görüntüleri dahi montajlayamazken nasıl oldu da çektim bende anlam veremedim. Dediğim gibi ya da mesleğin verdiği bir güç olsa gerek” ifadelerini kullandı.   ‘Oldukça zor bir süreçti hala etkilerini yaşıyorum’   Gazetecilerin sadece patlama gibi durumlarda değil, takip ettikleri birçok haberde ciddi travmalara maruz kaldığını dile getiren Semra, sözlerini şöyle sürdürdü: “Çünkü sadece yazmıyoruz. Görüyoruz, hissediyoruz, yazdıklarımızı yaşıyoruz. Birde anlatıyoruz. Yazdıklarımız duygularımıza ve hayatımıza yön veriyor. Bunlarda telafisi olmayan hayatımız boyunca yaşadığımız travmalara neden oluyor. Örneğin Ankara patlamasından sonra yapılan herhangi bir miting ve kitlesel bir eylemde ciddi kaygılarım ve korkularım vardı. Ya da katliam anını tekrar tekrar yaşıyor gibi oluyordum. Oldukça zordu benim için o süreçlerin hala da etkileri var diyebilirim. Hele bir de bölgede gazetecilik yapıyorsanız neredeyse her gün yaşıyorsunuz o duyguları. Çünkü burada hala insanlar ölüyor. Ve biz bunları yazıyoruz.   ‘Veysel’in barış umudunu yansıtmak…’   Haberlerin travmalar bıraktığı kadar aynı zaman terapi özelliğini de gösterdiğini vurgulayan Semra, “Eğer bir hakikati yazmak ve açığa çıkarmak gibi bir yükümlülüğünüz varsa ve bunu gazetecilik ile yapmak istiyorsanız mutlaka o duygulara karşı mücadele etmelisiniz. Elbette ki o duygularla mücadele etmek kolay olmuyor. Yaşadıklarımızı gelecekteki çocuklar yaşamasın diyorsak, haberlerimizle mücadele etmekten başka bir seçeneğimiz yok. Batman’dan Ankara’ya gelen 9 yaşındaki Veysel’in ‘barış’  umudu olmak ve bunu haberlerde yaşatmak en iyi terapi yöntemi olsa gerek” diye konuştu.   ‘Koşamadım ‘barış’ isteyenlerin kanlarına basacaktım’   Gazeteci Gözde Çağrı Özköse ise patlama anında patlama alanının oldukça yukarısında olduğunu ve ilk patlama sesini ses bombası zannettiğini aktardı. İkinci patlamanın ardından alandan ateşin yükseldiğini söyleyen Gözde, yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: “Aşağı doğru koşmaya başladım. Kitlenin başında ses aracı ve polisler vardı. Polisler ‘bir şey yok siz yürüyüşünüze bakın’ deyip kitleyi yürümeye zorlamaya çalışıyordu. O sırada telefonum çaldı, fotoğrafçı arkadaşım Emine Kart alana aşağıdan girmiş, olanları görmüştü. Aşağı doğru koşmaya başladım, insanlar ağlayarak yukarı çıkıyordu, ilerlerken fotoğraf çekiyordum. Çok kötü bir şeyler olmuştu, o kesindi, ama bu kadar kötü olmasını beklemiyordum. Basacak yer yoktu. Kitlenip kaldım, adım atamıyordum çünkü adım atsam, oraya barış istediğini haykırmak için gelen insanların kanlarına basacaktım.”   ‘Daha sonra hastanenin önünde buldum kendimi’   Şok halinden kaynaklı sonrasına dair bir şey hatırlamadığını ifade eden Gözde, “Daha sonra nasıl bir tepki verdiğimi kendi çektiğim videolardaki sesimden anladım. Bir saat kadar alanda kalmışım. O bir saatte ne yaptığımı bilmiyorum. Oradan hangi yoldan çıktığımı, nereye gittiğimi hatırlamıyorum. Saatler sonra İsmail Kızılçay'ın öldüğünü öğrendiğimizde hastanenin önünde buldum kendimi” diye konuştu.    ‘Nefes alması güç süreçlerdi’   Katliam sonrası mahkeme sürecine değinen Gözde, son olarak şunları söyledi: “Türkiye'de IŞİD yapılanmasının nerelere kadar uzandığı apaçık ortaya çıktı. Ancak yalnızca sanık olarak getirilen IŞID’liler ceza aldı. Dizimizde bilgisayar elimizde mendil müşteki ifadelerini yazdık. Nefes alması güç süreçlerdi. Bir daha böyle haberler yapmak zorunda olmamayı umuyorum, söyleyecek başka pek bir şey yok. Ömrümüz boyunca bizde var olacak bir travmadır 10 Ekim.”   'Siviller alandan çıkmaya başladı'   JİN NEWS Ankara Muhabiri Habibe Eren de,  alana gelen diğer insanlar gibi dikkatini çeken ilk durumun miting alanında polislerin olmaması olduğunu söyledi. Ankara gibi bir yerde yapılan eylemlerde birçok polis noktası oluşturulurken, böylesi bir mitingde olmamasının bir çok şüpheyi de kendisiyle beraber getirdiğini belirten Habibe, yaşadığı süreci şöyle anlattı: “İstanbul’dan Adana’dan İzmir’den ve diğer illerden yavaş yavaş araçlar gelmeye başladı. Bizler de oluşturulan kortejleri çekmeye başladık. Ben Eğitim Sen kortejindeydim daha sonra DİSK’in aracına çıkıp genel bir görüntü aldım. Aracın üzerindeyken üniversitedeyken yaşanan bir saldırıda okula gelen sivil polis olduğunu bildiğim kişileri alanda eylem alanından yavaş yavaş uzaklaşırken gördüm. Birden 7-8 tane sivilin alandan çıktığını gördüm. Bu durum dikkatimi çekti. Hatta yanımdaki arkadaşlarla bu durumu konuştuk.     Daha sonra arkadaşlar Barış Anneleri’nin geldiğini söylediler bizde Gar’ın önüne geçecektik. Bizim geçeceğimiz an birinci patlama yaşandı ve sonra ikinci sesi duyduk. Bizler Gar’ın arkasında olduğumuz için olayı net anlayamadık, birkaç kişinin yaralandığını söylediler, bizlerin anlamadığı bu patlama neydi, nasıl oldu? Uzaktan karınca gibi bir hareketlilik vardı. Bizlerde garda kaldık arkadaşlarımız patlama alanına gitti. Arkadaşlar alana doğru giderken, bende Adliye tarafından çıkan yolda haber takibi yaparken, polis saldırısını gördüm. İnsanlar polis saldırısından kaçmaya çalışırken, bir izdiham yaşandı. O izdihamın içinde kalarak polis bizleri sürekli ‘süpürün’ tabiriyle oradan iteleyerek saldırdı.  O sırada insanlar ‘katiller’ diyerek tepki göstermeye başladı.  O patlama anına maruz kalmadım, oradaki yaşanan anı görmedim belki de görseydim daha kötü olabilirdim.”     ‘Herkesin farklı bir hikayesi vardı’   Katliamın ardında haber takibi için hastaneye gittiklerini aktaran Habibe, katliam alanında olan izdihamın bir benzerini de hastane önünde yaşadıklarını kaydetti. Habibe, “Ankara’nın hemen hemen her yerinde bulunan bütün hastanelerde yaralıların sevkleri yapıldı. Yüzden fazla insan yaşamını yitirmiş, yüzlercesi de yaralanmıştı. Kiminin kimlikleri bile belli değildi. Numune Hastanesi’nde Kriz Masası oluşturulmuştu. Bizler o esnada haber takibi yaptığımızda, kiminin Ankara’ya daha yeni geldiğini,  kiminin öğrenci olup sosyal medyadan görerek Ankara mitingine geldiğini kimisinin de arkadaşı ile birlikte geldiğini öğrendik. Herkesin farklı bir hikâyesi vardı. Bu yüzden gelinen noktada bir çok kişinin kimliğine ulaşmakta zorluk yaşandı. Numune Hastanesi'nde sağlıkçıların ve hukukçuların olduğu büyük bir kriz masası oluştu. En önemlisi acil kan ihtiyacı vardı ve hastane önüne akın akın insan geliyordu.  Hastanelerin önünü nefes alamayacak bir durumdaydı” diye anlattı.    ‘Provokasyonlar devam ediyordu’   O gün Ankara’nın her yerinden izdiham yaşandığını belirten Habibe, olayı daha atlatamamışken, Adli Tıp’ın önünde de aynı manzaraları gördüklerini ifade etti. Habibe, şöyle devam etti: “Katliamı daha hiçbirimiz idrak edememişken, şuanda bile neler oldu? Neler yaşandı? Bunlar hafızamda yok, çünkü yaşanılanları önüne ket vurmuşuz bir yanıyla silmek istediğimiz hatırlamak istemediğimiz anlar. Ankara gibi bir yerde bu kadar insanın toplu bir şekilde öleceğini kimse düşünmüyordu.  Adli Tıp’ta cenazelerin işlemleri vardı. Birçok yerden aileler gelmişti, kimi ailelerde çok sayıda insan yaşamını yitirmişti. Herkes şoktaydı.  Bunca olayın acının içerisinde polisin müdahalesi devam etti. Provokasyon olayları yaşandı. Tüm bunların yanı sıra ciddi bir dayanışma da vardı insanlar ATK’nin, hastanelerin önüne yığılmıştı.”   ‘Yaşamını yitirenlerin şiarını topluma aktarmalıydık’   Gazeteciler açısından toplumsal olaylarda travmaya maruz kalmanın ve sonrasında yaşananları kamuoyuna aktarmanın ciddi bir süreç olduğunu vurgulayan Habibe, “Hepimizin etkilendiği, derin yaralar açtığı ve öfkelendiği bir süreçte tüm bunları bir kenara bırakarak insanların portrelerini yapmak için hızlı davranmalıydık. Çünkü 103 insan  ‘barış’ şiarıyla Ankara’da katledilmişti. Bizim bütün bu insanların çığlığını ve hangi amaçlarla Ankara’ya geldiğini topluma duyurmamız lazımdı. Katliamdan sonra hemen ailelere ulaşmak ve yaşamını yitirenlerin hikâyesini yazmak bizim içinde zordu”  diye konuştu.    ‘Gar katliamı hafızalarımızda halan diri’   Katliam sürecinin ardından mahkeme sürecini de takip eden Habibe, ailelerin dinmeyen acılarına rağmen duruşma salonunda kendilerini yeniden anlatmaya çalıştığına dikkat çekti. Habibe, “Ama mahkeme sürecinde DAİŞ’lilerin tavırları gayet rahattı, istedikleri şeyi istedikleri gibi söylüyorlardı.  Yeri geldiğinde dönüp mahkemede olan ailelere cinsiyetçi küfürler söyleyebiliyorlardı. Hatta tehditlerde bulunuyorlardı. Bütün toplum bunu gördü ve biz gazeteciler de katliamda var olan ihmalleri, emniyetin, İçişleri Bakanlığı’nın, Sağlık Bakanlığı’nın ihmallerini duyurduk ama mahkeme bunu duyma taraftarı değildi.  Avukatlar ve yakınları da defalarca söyledi hiç bir kamu görevlisi de yargılanmadı. Biz bu süreci araştırırken, olaydan önce birçok kamu kurumuna yazı gittiğini öğrendik.  Bu katliamın göz göre göre geldiğini ve katliamın ayak izlerinin her yere sirayet ettiğini gördük. Hiçbirimiz unutmadık,  Gar katliamı hafızalarımızda hala diri” dedi.   Yarın: Ankara Katliamı'nın yargı sürecini dava avukatlarından Sevinç Hocaoğulları değerlendirdi.